1960'ların sonunda Çekoslovakya'da 'insan yüzlü sosyalizmi' deneyen bir yönetim kurulmuş, ama SSCB bundan hiç hoşlanmamıştı. 21 Ağustos 1968'de Rus tankları Prag'a girdi, Prag Baharı böylece sona erdi. 40. yıldönümünde Prag Baharı'nın izinde 10 adım attık.....
1.PRAG BAHARI: SSCB İÇİN SONUN BAŞLANGICI Geçen hafta,
Türkiye'de 1968 kuşağının önemli entelektüellerinden birine, o günlerde 22 yaşında olan yazar Gündüz Vassaf'a, Prag hakkında ne düşündüğünü sordum. Niyetim ondan bir turist tavsiyesi almak değil, 21 Ağustos itibariyle 40. yılını hatırladığımız ve o dönemki Varşova Paktı'na dahil ülkelerin Prag'ı işgal ettiği günlerden bahsetmekti. 1968'deki Prag Baharı'nı ve ona son veren Rus işgalini yaşamayanlar için o dönemin hayaletleri öncelikle edebiyattan, Çekoslovak romancı Milan Kundera'nın kitaplarından yükseliyor. Türkçeye Fatih Özgüven'in çevirdiği
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'nde Kundera, önce 60'ların sonunda Prag'da yaşanan dekadan ve değişime gebe atmosferi anlatmış, sonra da SSCB ve tanklarının bu özgürlük ortamının üzerinden nasıl geçtiğini dramatize etmişti. Kundera'ya göre bu basit bir olay değildi: Solcu ve ahlakçı dış görünümlerinin ardında aslında Rus görevliler hayatın neşesini, şen insanları öldürüyor, asık suratlı ve korkak Avrupa, yaratıcı ve dekadan Avrupa'dan intikam alıyordu. Gündüz Vassaf, dünyada büyük yankı bulan olayın
Türkiye'yi de etkilediğini anlattı öncelikle. Sonra da Prag'da yaşananlarla Türk solu arasında bir bağlantı kurdu: "
Türkiye'de sol hareketin güdük kalmasında iki önemli dış etkenden biri, Stalin'in Kars, Ardahan ve Boğazlar üzerine talepleridir. Diğeri ise Çekoslovakya işgalidir." Vassaf'a göre Stalin'in talepleri karşısında Türk solu küçük dilini yutmuşçasına sessiz kalmıştı. "İkincisinde bir tek Mehmet Ali Aybar'ın sesi çıktı, o da sol dünya tarafından dışlandı. Oysa Sovyetler Birliği'nin dünya çapında ideolojik çöküşü asıl bu işgalle başladı."
2.UYAN LENIN, BREZNEV KAFAYI YEDİ! Peki SSCB'nin çöküşünü başlatacak denli önemli bu işgal olayı nasıl gerçekleşmişti? O yıllardan kalma bir karikatürde Çeklerin işgalci Ruslar karşısındaki karışık hisleri çok iyi özetlenmiş. 1945'de bir küçük Çek kız, elindeki çiçek demetini kendilerini Nazilerden kurtaran Rus askerine mutlulukla uzatıyor. 1968'de ise kız yerde ölü yatıyor: Belli ki savaştan 23 sene sonra, aynı asker tarafından öldürülmüş. Karmaşık duyguları dönemin şu popüler sloganı başarıyla yansıtıyor: "Uyan Lenin, Breznev kafayı yedi!" Gerçekten de Lenin'in kemiklerini sızlatan SSCB, o günlerde kafayı yemiş bir adam gibi davranıyordu. Josef Stalin'in heykelleri, posterleri ve kişiliğiyle bir tanrı gibi her tür dini yıkmaya çalışan sosyalizmin lideri olduğu iktidar yıllarının ardından, Kruşçev ve Breznev sosyalist sistemi Stalin kültüyle ayakta tutmaya çalışıyordu. Buna isyan eden ülkelerden Çekoslovakya'da Antonin Novotny önderliğinde 1960'ların başından itibaren Çekler, Stalin'in kültürel ve siyasi ağırlığından kurtulmaya çalıştı. Rus Yazarlar Birliği, yalnızca Stalin kültüne değil, bütün kültürün parti doktrinine göre yapılanmasına da karşı çıkıyordu.
3.KENDİ HAYATIMIZI KONTROL ETME ZAMANI GELDİToplumsal hayatı dönüştüren sosyalist ideoloji şimdi yeni dönüşümlerin önündeki bir engele dönüşmüş, devrimciler devrimin yerleşik hale gelmiş haline savaş açmıştı. Çek Komünist Partisi'nin genel sekreterliği görevine Alexander Dubcek'in getirilmesiyle Prag'da yaşanan değişim günleri politik yansımasını da buldu. Tıpkı bir zamanlar Mikhail Gorbaçov'un olduğu gibi, Dubcek de ilk başlarda çok az tanınan bir isimdi. 28 Mart 1968'de eski yönetim istifa etti ve savaş sonrası dönemde Savunma Bakanı olarak görev yapan Ludvik Svoboda, Çeklerin yeni başkanı oldu. 8 Nisan'da Oldrich Cernik önderliğinde yeni hükümet kuruldu. 1948'den bu yana ilk defa Çekoslovakya'da hükümet, insan haklarını ve kişi hak ve özgürlüklerini tanıdığını yasa yoluyla kabul etti. Ayrıca insanların politik görüşleri sebebiyle mahkemelerde sürünmesinin de önüne geçilecekti. Polonya'nın önde gelen edebiyat dergilerinden birinde,
Literarni Noviny'de yayımlanan
2000 Sözcük başlıklı bir yazı, Çek halkını isyan etmeye ve 'artık kendi hayatlarının kontrolünü ellerine almaya' davet ediyordu. Ayrıca ülkede ekonomik reformlar gerçekleşiyor, Moskova'nın dayattığı
ekonomi doktrinin yerini yeni alternatifler alıyordu.
4.PRAG'DA BİR GRUP SANATÇI: KOUDELKA, FORMAN, KUNDERA
Daha önce emperyalizmin zararlı etkileri olarak görülen popüler sembollerin Çek kültürüne hızla girdiği bu dönemde Prag'da başına buyruk, yaratıcı sanatçılar barınıyordu. Romancı Ivan Klima, fotoğrafçı Josef Koudelka,
Closely Watched Trains filminin ünlü yönetmeni Jiri Menzel, Menzel'in filme uyarladığı kitabın yazarı Bohumil Hrabal, 1948'de Komünist Parti'ye katılan, parti karşıtı aktiviteleri yüzünden 1950'de kapı önüne konulan ve "Yıllar sonra Prag Sonbaharı'nın etkisi Prag Baharı'ndan büyük oldu," diyerek umutsuzluğunu ifade eden yazar Milan Kundera, 1965 tarihli
Loves of a Blonde filminde değişen Çekoslovakya'nın gerilim ve heyecanını yansıtan,
Amadeus ve
Guguk Kuşu'nun yönetmeni Milos Forman, Prag'da yaşanan büyük değişimlere de, bunların bastırılışına da tanıklık etti. 'İnsan yüzlü sosyalizm' yaratma iddiasındaki Dubcek'in 1968'de estirdiği rüzgâr ilk başta SSCB'de tepki uyandırmadı. Özellikle Macaristan lideri Janos Kadar, Dubcek'i destekliyordu. Fakat Breznev ve çevresindekiler SSCB'nin ideolojik bütünlüğünün Çekler tarafından bozulduğunu düşündüler. 23 Mart'ta Varşova Paktı'nın önde gelen beş üyesi, Doğu
Almanya, Polonya, Bulgaristan, Macaristan ve SSCB, Çek yetkililerin demokratikleşmeyi bir maske olarak kullanıp sosyalizmden uzaklaştığını tespit ettiler. Macaristan'da Stalin'e isyan edenlerin tertiplediği karşı-devrimin bir benzerinin yaşanacağından korkuyorlardı.
5.MÜDAHALE OLMAMASI İÇİN SON ÇIRPINIŞLAR... 1956'da Macaristan'da Stalinizme karşı yaşanan isyan, uluslararası ilişkiler uzmanı Soli Özel'in de anlattığı gibi, Çekoslovakya'da yaşanacakların habercisiydi. "Macaristan'da işgal olduğunda komünist parti mensubu insanlar sapır sapır döküldü, Çekoslovakya da tabuta son çiviyi çaktı. 1960'lı yıllarda SSCB'yi tehdit eden yeni sol arayışlar vardı; özellikle de kültür devrimiyle Çin ve gerilla hareketiyle Küba... Sovyet bürokrasisinden daha cazip bir anlayış sunuyorlardı." Dubcek de böyle düşünüyor olmalıydı ki 1968'in temmuz ayında SSCB yönetimine karşı kendi sosyalizm anlayışını savunacak cesareti buldu. Çek Komünist Partisi'nin üyeleri ülkede sosyalizm karşıtlığının kökünü kazıyacaklarını, basını daha iyi kontrol edeceklerini, Varşova Paktı'na sonuna kadar sadık olduklarını Ruslara anlattı, bu şekilde baskılardan kurtulacaklarını düşündü. 3 Ağustos'ta da Marksizm ve Leninizme olan sarsılmaz bağlılıklarını dile getirerek burjuva ideolojisiyle savaşı sürdüreceklerini açıkladı. Aynı görüşmelerde Ruslar ise işgalin ideolojik zeminini hazırlayan görüşlerini ifade etti: Şayet bir Varşova Paktı ülkesinde burjuva bir yönetim sistemi kurulur, çok partili bir rejim oluşturulursa, SSCB derhal o ülkeyi işgal edecekti. Böylece 20 Ağustos'u 21 Ağustos 1968'e bağlayan gece, Bulgaristan, Polonya, Macaristan ve SSCB askerleri Çekoslovakya'yı işgal etti. Kimi kaynaklara göre 100 bin, kimilerine göre 200 bin asker, 2 bin tank ülkeye girdi. Amaç Prag'da yaşanan bahara bir son vermekti.
6.1968'İN SUNDUĞU ALTERNATİFLER VE YIKILAN HAYALLER Bu yaşananlardan hayal kırıklığına uğrayan isimlerden biri de edebiyat eleştirmeni ve yayıncı Semih Gümüş'tü. 1968 heyecanını yaşadığmız zaman küçüktük," diyen Gümüş o yıllar hakkındaki sonraki hislerini şöyle anlatıyor: Büyümeye başlayınca, sosyalizm anlayışımız gereği, Sovyetler Birliği'nin tanklarıyla bile Prag'a girişinin zorunlu olduğuna inandık. Ne de olsa aynı yıllarda Vietnam vardı ve iğrenç bir ABD imgesi geçiyordu önümüzden. Dogmalar da yanı başımızda... Gelin görün ki, Prag Baharı'nın tanklarla ezilmesi hem 68 ruhunu çiğniyordu, hem de her türlü özgürlük hayalini. Neden sonra bu işgalin de rezillik olduğunu anladık. Bugünkü Rusya tıpkı ABD, İngiltere veya Çin gibi; büyük devlet hegemonyacılığından hiçbir zaman vazgeçmeyecek, herhangi bir nedenle yanlarında olmanın bizi küçük düşüreceği, dünyanın tepesine oturmuş büyükler onlar... Büyük iktidarlar, büyük çirkinlikler demektir." Gümüş'ün de belirttiği gibi 68 Baharı'nın tanklarla karşılanması, yazarları da kendi anayurtlarından etmiş, pek çok yazar bu yüzden Batı'ya, sürgün yollarına düşmüştü. Bu noktada Gümüş, Prag Baharı'yla ilgili görüşlerini bir edebiyatçıya bağlıyor: "Bir zamanlar 'sosyalizmden saptığı' gerekçesiyle tukaka edilen Milan Kundera'nın aslında ne denli önemli bir yazar olduğunu anladığım zaman, 68 Prag işgalinin bizi daha çok ezdiğini anlamış oldum... Milan Kundera, hem romancı, hem edebiyat düşünürü olarak, Çeklerin ulusal onuru sayılmalıydı."
7.KRİZ GAZETECİLİĞİ, SAVAŞ MUHABİRLİĞİ VE PRAG Ancak o günlerde Çeklerin ulusal onuru ayaklar altındaydı ve Nazilerden sonra bu defa da Sovyetler tarafından işgal edilmek Çekoslovakya'da halkı öfkelendirmişti. 72 Çek ve Slovak vatandaşın ölümüne, 266'sının yaralanmasına sebep olan işgal, medya uzmanı akademisyen Ragıp Duran'a göre safların belirginleşmesini sağlamıştı. "Prag 68'inin bence üç önemli boyutu var," diyen Duran, o günlerde Maocu hareketin içindeydi. "Bizim o zamanki Maocu terminolojide kullandığımız Sovyet sosyal-emperyalizminin en somut ifadesiydi. Hakiki Marksizm ile revizyonizm arasındaki kalın çizgiyi Prag 68 çizdi." Yazara göre Sovyet tanklarının Çekoslovakya'yı işgali, o zamanki egemen medyada anti-komünist bir perspektifle verilmişti. Özellikle de Amerikan medyası ve çeşitli ülkelerdeki farklı dillerdeki 'Amerikancı medya', Washington'un Vietnam saldırılarına göstermediği hassasiyeti Prag olaylarında göstermişti. "Bir şeye sadece karşı çıkmak anlamlı değil, neden ve nasıl karşı çıkıldığı da açık seçik anlatılmalı. Bu yapılmazsa anti-komünistlerle anti-revizyonistler aynı safta görülür," diyen Duran, işgal sırasında Prag Baharı'nın sanatsal uyanışının da aynen devam ettiğini gözlemliyor ve şöyle diyor: "Prag 68, savaş, çatışma, kriz gazeteciliği ve muhabirliği açısından Josef Kudelka'nın fotoğraflarının anıtlaştığı bir işgaldir. Kudelka'nın siyah-beyaz çıplak realizmi, görsel gerçek ile hakiki gerçek arasındaki farkı minimuma indirmesi açısından önemliydi."
8.İŞGALİN BEDELİ: GÖÇE ZORLANAN 300 BİN İNSAN 40 yıl önce bu hafta, işgal yüzünden 70 bin insan derhal Çekoslovakya'yı terk etmiş, göç eden toplam nüfus 300 bine ulaşmıştı. Çek öğrenci lideri Jan Palach, 19 Ocak 1969'da kendini yakarak işgali protesto etmiş, işgalden saatler önce 20 Ağustos akşamı tutuklanan başkan Dubcek en sonunda Ruslarla anlaşmıştı. Yeni dönemde Çekoslovakya 'normalleşecek', bir başka deyişle yine merkezi
ekonomi sistemine dönüş yapacaktı. Ama SSCB için çöküş dönemi, Gündüz Vassaf'ın da başta belirttiği gibi Prag'da yaşananlarla başlamıştı artık. "Daha sonra Afganistan'a girdiklerinde, tuzaklarına düşmüşcesine, ABD'de hükümet bayram etmişti," diye hatırlıyor Vassaf. "Bugün de, boğanın önünde sallanan kırmızı beze saldırırcasına Gürcistan'a müdahalesiyle birlikte, Batı'da aynı hava estirilmek isteniyor."
9.GÜRCİSTAN KRİZİ VE PRAG BAHARI: YOKSA TARİH TEKERRÜR MÜ EDİYOR? Peki Gürcistan'da yaşananları hatırladığımızda Rusya'nın bugün ve o gün yaptıkları arasında bir bağlantı kurabilir miyiz? Soli Özel'e göre görünüşte bir benzerlik olduğu doğru. "Kendilerine aykırı gelen bir sosyalist anlayışı uygulamaya çalışan Çekleri Sovyetler işgal ederek durdurmuşlardı. Şimdi de Gürcistan'a müdahele ettiler." Ama arada farklar da var: "O dönemde SSCB dünyada bir alternatif yönetim, toplumsal örgütlenme ve
ekonomi modelini temsil ediyordu. Ne derseniz deyin ideolojik olarak sosyalizmin gerekleri adına bir şeyleri savunan ülkeler vardı. Artık bu durum ortadan kalktı ve Ruslar 19. yüzyıl güç politikasını uygulamaya başladı. Buna göre, tıpkı La Fontaine'in masalındaki gibi, gücü olan her zaman haklıdır!"
10....VE 40 YIL SONRA BUGÜN: PRAG'IN SOSYALİST MİRASI Acaba La Fontaine'in masalındaki otoriterizm vurgusu, bugün büyük bir çıkmazda olduğu söylenen sol hareketin yaşadığı sorunların kaynağı olabilir mi? Soli Özel, Prag deneyiminin
Türkiye solunda büyük bir bölünmeye yol açtığını hatırlatıyor ve bir anlamda o yaşananları 40 yıl sonrasına, bugüne bağlıyor: "Hâlâ
Türkiye'de sosyalist hareket oradaki ayrımın üstesinden gelemedi. Mehmet Ali Aybar'ın işgale karşı çıkan farklı sosyalizm anlayışını savunan görüşü, sol dünyada azınlıkta kaldı. Buna karşılık Sovyetçi, baskıcı, anlayış üste çıktı. Onlar da, daha otoriter bir sosyalizm anlayışı adına her şeyi meşru görmeye bugün de devam ediyor."