Geçen ay sonu 10 binlerce hektarı kül eden Antalya yangınlarının, kurumsal yetersizliklerden dolayı 'cayır cayır' geliyorum dediği anlaşılıyor. SABAH Pazar, Manavgat ve Serik ilçelerine gitti, 'yangının ardındaki' manzaraya baktı..
Gün geçmiyor ki 'Ciğerlerimiz yanıyor' başlığıyla yeni bir yangın haberi görmeyelim... Biz de bu 'yangın yerlerinden' birini; Antalya'nın Manavgat ve Serik İlçesi'nde ve çevre köyler ile ormanlık arazilerde temmuz ayı sonunda çıkan büyük orman yangınından sonra o bölgeyi ziyaret ettik. Ancak Orman Genel Müdürü Osman Kahveci'nin bölge denetimi yapması nedeniyle, resmi ve kesin bilgilere ulaşmak güç oldu. 'Yangın büyümeden durdurabilirdi' iddiası, yöre insanının bugün de konuştuğu konular arasında. Tahribatla ilgili tespit çalışmaları sürüyor. Aslında bu konu da, orman ve sosyal yaşam gibi iki ayrı bölüme ayrılıyor. Bu anlamda yanmış ağaçların 'içleri kömürleşmemiş' olanlarının tasnifine, böceklenme ve çürüme ihtimali nedeniyle hız verilmiş. Bölgede açılmış ihaleler sonucunda, bu yanık ağaçların yeniden değerlendirilmesine çalışılıyor. Bu sırada, ormanlık sahanın da temizlenmesi ve bölgenin yeniden ağaçlandırılması planı devreye sokulmuş.
EKİPLER YETERSİZ Söz konusu yangın; yöreye hakim kızılçam gibi kozalaklı ağaçlar nedeniyle, alevlerin birer 'alevden bomba' gibi sekiz kilometre öteye sıçramasına neden olmuş. Yangın yaklaşık 10 bin hektarlık bir alana yayılarak Manavgat ilçesi sınırlarını zorlamış. Bununla birlikte, yangının ilerlememesi için selvi gibi sulak alanlarda yetişen, 'yangına daha dayanıklı' ağaçların ekilmesi, düşünülen önlem eylemleri arasında. Ayrıca bölgenin iklimine uygun bitkilerin de ekimi planlanıyor. Öte yandan yöre insanlarının aktardığı bilgiler, söndürme ekiplerinin yetersizliğini gözler önüne seriyor. Bilindiği gibi bu tür yangınlar başladığında, çevre illerden kurtarma ekipleri yangın bölgesine hareket ediyor. Ancak yöre sakinleri, gelen kurtarma ekiplerinin bölgeyi tanımaması nedeniyle organize ve koordine edilememelerinin, yangına müdahalede daha zor koşullara neden olduğuna dikkati çekiyor. Bunun sonucu olarak Manavgat yangınları sırasında konuk kurtarma ekiplerinin su kaynaklarını bilememeleri, yaşanan afetin derecesini artırmış. Öyle ki, Kızıldağ-Karabucak köyü sakinleri, ormancılarla tartışmış ve bölgeye deneyimsiz ormancıları sokmak istemedikleri için, ironik biçimde yangının köylere ve çevredeki ormanlık alanlara yayılmasını önlemiş! Bir diğer iddiaya göre ise orman mühendislerinden biri, yangın devam ettiği sırada cep telefonunun şarjı bittiği gerekçesiyle bölgeden ayrılmış.
SOSYAL YANGIN! Buradan aktarılanlara göre beklenilen; yerel yönetim ve İlçe Orman Müdürlükleri'ndeki birimlerin koordineli ve organize bir çalışma yapmak için daha da hazırlıklı olmaları, sayıca yeterli ve uzman insanları yetiştirmeleri... Orman Bölge Müdürlüğü'nün yangın önleme araçları ve malzemelerinin yetersizliği de bir diğer sıkıntı. Bölgede çalışan (ama isimlerini açıklamak istemeyen) orman mühendislerinin aktardığına göre ise yangının başladığı yere araçların girememesi, tüm nemi dağıtan ve saatte 60-70 kilometrelik hıza çıkan kuru poyraz rüzgârının kuvveti, bunun yanı sıra yanan hayvanların kaçışırken ormanlık alanda yangının yayılmasına ister istemez yol açmaları da, felaketin boyutlarını değiştiren unsurlar arasında. Enerji nakil hatlarının eskiliği de, eleştiri oklarının hedefinde. Bölgedeki enerji nakil hatlarının, çıplak güneş altında 1978'den beri hizmet veriyor olması, oluşan manzaranın ürkütücülüğünü katlıyor. Karataş Köyü özelinde bölgede edindiğimiz izlenimler, tahribatın bir atom bombası etkisinden farksız olduğunu gözler önüne seriyor. Çevrede halen kimi ağıllarda kömürleşmiş hayvan cesetlerinin bulunması, ürkütücü bir sessizlik ve terk edilmişlik, oluşan manzaranın dehşetini tespit etmek için yeterli. Bölge insanının tüm maddi birikimlerinin, evlerinin ve eşyalarının yangında zarar görmesi ise, bir başka hasar tespit çalışması kaynağı. Örneğin, Karataş Köyü'nde ikamet eden Kadir Durbali'nin anlattığına bakılırsa, beyaz eşya dahil evinin tamamı, iki dönümlük zeytin ve nar ağacı, beş-altı ton buğday, zirai ilaçlama aracı, 400 balyalık hayvan yemi yangında yok olup gitmiş. Keçilerinin canını kurtardığını söyleyen Durbali, hayvanların otlayacak çayırdan yangın nedeniyle mahrum kaldığını, çıplak güneş altında sığınacak yer aradıklarını vurguluyor. Öte yandan Durbali ailesi çözümü yine kendileri bulmuş: Basit direkler arasına serili kuru dal örgülerle, hayvanları serinletmeye çalışıyorlar. Ailenin kendisi de yatıp kalkabilmek için yanmış evlerinin hemen yanına bir çardak inşa etmiş. Diğer taraftan, Orman Bölge Müdürlüğü ve çevre birimler yangından zarar gören köylere giderek, söz konusu maddi kayıpların envanterini hazırlıyor ve hayvanlara yem ile çiftçilere tahıl tedariki gibi yardımlar yapmaya çalışıyor. Yangından sonra, yetkililerin ortaya koyduğu imar planında ise 99 metrekarelik ve iki katlı, altında ağıllar bulunan evlerin çatılması gündemde. Ancak bölgede duyulan sıkıntılardan bir tanesi de, iddialara göre hasar tespit çalışmalarının 'yerinde' yapılmadan 'yapılmış' olması. Peki bu manzaradan nasıl bir sonuç çıkıyor: Aslında bu bir
Türkiye klasiği. Devlet vatandaşına, vatandaş ise devletine güvenmekte zorlanıyor. Niçin zorlanmasın? Bölgeye yeniden inşa edilecek evler için başvuranlar arasında, yöreyi aslında 30-40 yıl önce terk edenlerin bile var olduğu söyleniyor. Yangından etkilenen evler, zaten yangından önce yeterince eskiyerek çürümüş, kısacası orada yaşanmıyor. Bu nedenle de devlet yardımını duyan kimileri bundan menfaat sağlamaya çalışıyor. Bu da, yaşanan sosyal yangının boyutunu gözler önüne sermeye yetiyor.