kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 18 Ağustos 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Üniversite (sınavı) sorunu

Hem üniversite hocası olup, hem üniversite griş sınavlarını ve yerleştirme sürecini izleyip hem de bir şeyler söyleyip yazmamak olanaksız. Öncelikle bu aşamaları geçmiş ve bir programa yerleşmiş, özellikle de istedikleri üniversite ve bölümleri elde etmiş olan öğrencileri kutlarım. Büyük bir iş başardıklarını bilmeleri gerekir. Bununla birlikte bu özelliği taşıyan, yani istediğini elde etmiş öğrencilerin sınava giren tüm öğrenciler içinde küçük mü küçük bir bölüm oluşturduğunu belirtip konuyu buradan irdelemeye başlayalım.

Kazananlar kazandı mı?
Abbas Güçlü'nün 16 Ağustos 2008 tarihli Milliyet'te çıkan yazısı bu konuda çok hayati saydığım bilgileri bazı somut rakamlar vererek irdeliyor. Güçlü'nün aktardığı rakamlara göre 833 bin kişi üniversiteyi kazanmış ama 'gerçekte 4 yıllık lisans bölümlerine girenler sadece 265 bin kişi. Onların da yarısı muhtemelen gelecek yıl sınava girip fakülte değiştirecek. Kazananlardan 164 bin öğrenci halen üniversite öğrencisi, 28 bini üniversite mezunu.' Bu genel saptamanın benim açımdan bam telini Güçlü'nün belirttiği şu husus meydana getiriyor: ' İlk beş tercihine yani en çok istediği fakültelere girip de gelecek yıl yeniden sınava girmeyi düşünmeyenlerin oranı sadece ve sadece yüzde 3.'
Bana göre bu korkunç durumun özetini Güçlü 'sınavın kazananı yok' diye yapıyor. Sonra devam ediyor ve ' onca çile ve harcama sadece yüzde 3'ü mutlu etmek için' diyor.

Yüzde 3 için...
Evet, üniversite sınavlarının en çarpıcı yanını bana göre bu rakamların tablosu meydana getiriyor. Milyonlarca öğrencinin girdiği sınavda sadece yüzde 3 istediği ilk beş tercihten birisini elde ediyor. Buradan hareket edip herkes dilediği sonucu çıkarabilir ama ben ortada artık çok hantallaşmış, çok havale kazanmış, kımıldayamayan ve kımıldatılamayan bir sorunla karşı karşıya bulunduğumuz kanısındayım. O yüzde 3'e giremeyen öğrenciler arasında da çok iyi öğrenciler olduğundan kuşku duymadığımı söyleyecek olursam, hele hele bütün kazananların içinde 4 yıllık lisans programlarına kayıt yaptıranların da sadece 265 bin kişi olduğunu yeniden hatırlarsak ortada duran problemin vahametini varın siz düşünün. Bu ürkütücüden öte Türkiye'nin bütün geleceğini ipotek altına alan bir sonuç.

Mühendisler ve doktorlar...
Beni ilgilendiren ikinci nokta ilk 50 öğrencinin yönelimi. Bu öğrencilerin 28'i mühendislik, 22'si tıp fakültelerini tercih etti. Bu 28 mühendislik öğrencisinin 20'si devlet üniversitelerine yöneldi. Bu saptamanın da getirdiği bazı sonuçlar var. Öncelikle Türkiye hala mühendisliktıp eğitimini ülkenin en iyi öğrencilerine veriyor. Buna itiraz etmek kolay değil. Belki dünyanın her yerinde böyle. Fakat bu öğrencilerin kapasitelerini üniversiter bir eğitimle ne kadar kullanıyoruz, sorulması gereken sorudur. Yani gelecekte bu öğrencilerin bilime yönelmesini bekliyor insan. Ne kadar başardığımıza ayrıca bakmak gerek. İkincisi sosyal bilimlerin genel durumu. O da başlı başına bir araştırma konusu olmak gerekir.Üçüncüsü, devlet üniversitesi-özel üniversite ayrımı. O konuda yazılabilecek çok şey var. Fakat geriye kalan 8 öğrencinin özel üniversitelere yönelmesi ( 7 Bilkent, 1 Sabancı) herhalde yabana atılmayacak bir durumdur.
Nihayet şu: bunca kıyametin koptuğu ve yerleştirmelerin bunca çileye mal olduğu bir ortamda hala 24 bin boş kontenjan var. Bunun belki çok teknik nedenleri bulunmaktadır. Onları irdelemeye gerek yok. Önemli olan bütün bu göstergelerin çok kapsamlı bir soruna işaret ettiği. Hele Türkiye'nin yeni bir demografik döneme girdiği ve eğitimin neredeyse tek silahı olduğunu hatırlarsak üniversite meselesinin trajik boyutlarını da değerlendirebiliriz.
Yoksa, 'keten helva' yandı gitti demektir!