Bugün yaşananlar Soğuk Savaş'ın bitmesiyle birlikte
Türkiye'nin üzerinde yoğunlaşan
değişim baskılarına uzun süre direnilmesinin uzun vadedeki sonucu. Çalkantının bir kısmı
Türkiye'nin iç dengeleri ve erişilen toplumsal ve ekonomik gelişme düzeyini taşıyamayan
siyasi ve idari yapıyla ilgili. Burada yapıdan kasıt yalnızca kurumların niteliği ve göreli güç durumlarıyla sınırlı da değil. Daha önemlisi
Türkiye'de siyaset, demokrasi ve hukuk konularında yerleşmiş zihniyet kalıpları.
Siyasetin yalnızca patronaj, demokrasinin araçsal ve yalnızca çoğunluk iradesi, hukukun siyasetin başka araçlarla yapılması diye görülmesinden vazgeçilmesi gerekiyor. Bu anlayışlar değişmediği taktirde ülkenin feraha çıkması da o denli uzayacak ve zorlaşacak. Zira hem iç siyasetindeki dinamikler hem de ülkenin ittifak ilişkilerini tanımlayan Batı sisteminin kuralları
Türkiye'den bunu talep edecek. Direnmek ise tıpkı 1990'lardaki gibi vakit ve enerji kaybı, ya da Ergenekoncuların yaptığı gibi
olmayacak rüyaların peşinde koşmak anlamına gelecek.
Ergenekon dönüm noktası Ergenekon davası sivillerin askeri darbe teşebbüsünde bulunanların üzerine gitmesi anlamında ciddi ve geri döndürülemeyecek bir siyasi adım. Gerçekten de bu davanın sonucu ne olursa olsun, iddianame ne ölçüde yeterli bulunursa bulunsun
Türkiye'de modern anlamda yüz yıl önce başlayan
askeri darbeler dönemi artık bitmiştir. Dava bağlamında Silahlı Kuvvetler de kendi bünyesinde darbeci/Avrasyacı kanadı etkisizleştirme ve ciddi şekilde tasfiye etme yoluna girdi. Bundan sonraki tartışmanın aldığı seyre göre
asıl tasfiye edilenin İttihatçı zihniyet olduğu da giderek anlaşılacaktır.
Geleceğe yönelik olarak sorulması gereken soru ise İttihatçı zihniyetin iflasının sonuçlarının ne olacağı. Bu zihniyetin izdüşümleri ve askeri darbeler sırasında gerçekleşen tahribatla hesaplaşılacak mı? CHP'nin kaçınılmaz tasfiyesiyle
Türkiye'de demokratik bir sol siyasetin önü açılabilecek mi?
Siyasetini normalleştirmek ve demokratik çizgi üzerinde tutmak isteyen herhangi bir ülkede darbelerin sonuçlarıyla hesaplaşmamak söz konusu olamaz. Özellikle de en derin tahribatı yapan ve halen
Türkiye'deki anayasal düzene damgasını vuran
12 Eylül rejiminin hesap dökümü yapılmalı. Bu döküm bir intikam arayışı halinde de gerçekleşmemeli. Ancak TSK'nın ve onunla birlikte hareket eden otoriter rejim yanlısı sivillerin dünyayı algılayamamak ve iktidarı kaybetmemek için ülkeye ödettiği faturanın bilinmesi, bundan sonra neyin olamayacağını anlamak açısından şart.
AKP'nin büyük sınavı Bu durumda TSK'nın iç ve dış şartların zorlamasıyla kendi bünyesinde başlattığı temizlik ve yeni denge arayışının sivil siyasette de yaşanması gündeme geliyor. Türk siyaseti
patronaj ve popülizm batağında debelenen siyasi aktörlerin ilkesel düzeyde demokratik bir zihniyet taşımadığı ve demokrasi inancının zayıf olduğu bir yapıya sahip. Devlet gücünü ele geçirerek hem ekonomik nemalanma hem de siyaseten güç olanaklarını arttırmanın şehveti içinde siyasetçiler otoriter kalıpları sürekli yeniden üretiyorlar. Kurallara, hukuka uymak katlanılamayacak bir külfet gibi geliyor.
Ancak bıçak kemiğe dayandığında, yani kapatma davası nedeniyle Ergenekon davasının arkasına siyasi iradeyi koyan AKP'nin de asıl sınavı bu olacak. Siyasi bir mücadelede araç olarak kullanılan hukuk bu kapışma bittikten sonra yeni bir anayasayı tanımlayacak, AB standartlarında bir demokrasinin çerçevesini oluşturacak mı? Görünüş o açıdan pek parlak değil ama
Türkiye bunu yapmak istemese de uluslararası sistem bunu talep edecektir.
Yayın tarihi: 10 Temmuz 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/10//haber,C9663B39ED0049328C0D80DB35936F35.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.