Bazen insan içinde yaşadığı, tanık olduğu olayların gerçek anlamını tam kavrayamaz. Günlük olayların akışı içinde tüm bağlantıları kurmak kolay değildir. Ayrıca bir anlam yüklemek için
tarihi bağlamı değerlendirmek, analiz yapabilecek araçlara ve kendince bir dünya görüşüne sahip olmak da gerekir. Farklı sonuçlara varılabilir tabii ama hiç değilse
komploculuğun insanı delirten sarmalından da kurtulmuş olursunuz.
Ergenekon davası, eksiği ve fazlasıyla bir dönüm noktasıdır. Hukuki açıdan ne ölçüde güçlü kanıtlarla iddianamenin hazırlandığı dava sırasında ortaya çıkar. Şu an için asıl önemi
siyasi boyutundadır . Davayı siyasal tarih açısından bir
dönüm noktası kılan da taşıdığı siyasi anlamdır. Bu davanın selametle sonuçlanması halinde
Türkiye'de
İttihat ve Terakki'den beri süren, Mustafa Kemal'in şiddetle karşısında olduğu darbecilik geleneği tarihe karışacaktır. Bu
sapkın "gelenek" Soğuk Savaş döneminde ABD'nin komünizm karşıtı mücadeleler çerçevesinde desteklediği özel harp türü örgütlenmeler sayesinde de kendini yenileme imkanı bulmuştu.
Mücadele yeni başlıyor O bağlamda
Türkiye'de hep küçümsenen Latin Amerika ordularının yaptığından çok farklı bir işlev de görmedi, özellikle 12 Eylül'de.
Ürettiği zihniyet, topluma yaklaşımı, siyaseti algılayışı ne bugünün
Türkiye'sinin gerçekleriyle ne de uluslar arası konjonktürle bağdaştığı için de artık ve nihayet tasfiye ediliyor. Hayırlı bir gelişmedir.
Darbe günlüklerinden ve ortalığa saçılan haberlerden anlaşıldığı kadarıyla darbeci gelenek asıl ağır darbeyi 20032004 yıllarında yedi. Yani Silahlı Kuvvetler kurum olarak kendi içinde darbecileri engelleyebildi. O defter kapandı ve buna bağlı olarak Soğuk savaş sonrasında ortaya çıkan
Avrasyacı dış politika ve otoriter
askeri rejim arayışları da ağır darbe aldı. Devlet içinde çöreklenmiş yasal olmayan ya da yasadışı işler yapan örgütlenmeler hukuki süreç sonunda herhalde büyük ölçüde temizlenecek. Türk demokrasisinin
asıl büyük mücadele si de bundan sonra başlayacak.
Aydınlar birbirini öldürür Ergenekon davasının ertesinde
Türkiye'nin önünde
sivilleşme alanı iyice açılmış olacak. Şu sırada şiddetle süren tartışmalardaki ciddi bir hata
sivilleşmeyle demokratikleşmenin aynı şeymiş gibi değerlendirilmesidir. Bunlar aynı şey değildir. Doğru, sivilleşme demokratikleşmenin bir önkoşuludur ama yalnızca önkoşuludur. Sivillerin darbeye ve kendi mutlak doğrularıyla otoriterliğe eğilimleri göz önünde bulundurulduğunda birbirilerine ters de düşebilirler.
Bundan sonrası için dikkat edilmesi gereken şey tam da bu nedenle siyasal aktörlerin
hukukun neresinde durduklarıdır.
Türkiye'de hukukun siyaseten kullanılmadığını söylemek mümkün değil. Böylesi bir tavırdan hukukun üstünlüğü, ya da demokrasi çıkmaz.
Sivilleşme hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokratikleşmeyle bütünleşmezse, siyaset bu zihniyet doğrultusunda yeniden kurgulanmazsa Ergenekon sonrasından ümitlenenlerin düş kırıklığına uğraması da kaçınılmazlaşır. Ergenekon davasının
demokrasi havarisi AKP'den yalnızca bir milletvekilinin geçmiş darbelerin soruşturulması önergesine destek vermesi bu açıdan ibretliktir. Bu şartlarda
Türkiye'nin adamakıllı demokratikleşmesi
Batı ittifakıyla ilişkilerinin niteliğine ve özellikle de
AB sürecinin nasıl devam edeceğine bağlı olacaktır.
Woody Allen Samanyolu Anıları (Stardust Memories) filminde şu gözlemde bulunur: "Entelektüeller tıpkı mafya gibiler, yalnızca birbirilerini öldürürler". "Demokrasi" kampında yer aldıklarını savunanların kendileriyle yüzde yüz aynı düşüncede olmayan eski yol arkadaşlarıyla ilgili dehşetengiz değerlendirmelerine bakınca aklıma bu laf geldi de.
Yayın tarihi: 17 Temmuz 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/17//haber,CC5B1563F8E24252992B634354278362.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.