AKP hakkındaki kapatma davasının son derece siyasi ve hukuk iğdiş edilerek verilmiş bir zevahiri kurtarma kararı olduğu hakkında genel bir mutabakat var. Bunun ötesinde kararın
Türkiye siyasetindeki vesayet durumunu devam mı ettirdiği yoksa her şeye rağmen
demokratikleşme yönünde bir adım mı sayılması gerektiği tartışılıyor.
Hangi cevap doğru olursa olsun ki AKP'nin hem suçlu bulunup hem de kapatılmaması ve mahkemenin "nasihat" ile "tekdir" arası bir cezayı uygun bulması
vesayet tezini destekliyor.
Türkiye'de rejimin ağır bir krizden kurtulduğuna dair bir değerlendirme yaygın. Mahkemenin kararının
Türkiye'de kamuoyundan gelen baskılar kadar dışarıdan yapılan kimisi aleni kimisi fısıltıyla iletilen
uyarılardan etkilendiğini de gösteriyor. Yani uluslararası sistemin etkili aktörlerinin bugünkü tarihsel bağlamda
Türkiye'nin Batılı, kapitalist ve demokratik olmasını istiyorlar ve olağanüstü riskler üstlenmediği takdirde de
Türkiye'nin bu çerçeve dışına çıkabilmesi kolay değil .
Demokratikleşme hamlesi Yurt dışındaki gözlemciler ne deve ne kuş sayılabilecek karar sayesinde
Türkiye'de siyaset alanının bu doğrultuda ilerleyebilmesi için
önünün açıldığına inanıyorlar . Bu nedenle de önümüzdeki dönemde, prangasından kurtulmuş iktidar partisinin güçlü bir demokratikleşme hamlesi yapmasını bekliyorlar. Bu bağlamda merak edilen asıl soru ise
Başbakan Erdoğan'ın bundan sonraki adımının ne olacağı. Partisini kapatmadan bu badireyi atlatabilen Başbakan'ın bunu partisi içindeki devletçi kanat ve ülkedeki güç odaklarıyla uzlaşarak gerçekleştirdiğine inananlar çok. Bu
AKP'nin dinci köklerinden giderek daha da uzaklaşacağı anlamına gelir. Ancak benzer şekilde demokrasi hamlesi yapabilmesini güçleştirir. Yapılacak hamlenin güdük kalması ihtimalini ise güçlendirir.
Türkiye'nin ne yönde gideceği öncelikle iktidar partisinin ve Başbakan Erdoğan'ın kararına bağlı olacaktır. Ancak bu bağlamda kararın "kaybedenler" safında yer alanların tepkilerine de bakmak gerekecek.
"Baş kaybeden" statüsündeki CHP'nin halen siyaset dışı yolları kullanma imkanları açık olduğundan bu yöntemle mücadelesini sürdürmesi ihtimali yüksek. Bu niyet TSK ile girişilen polemik aracılığıyla da CHP açısından ilgili kamuoyuna duyuruluyor.
Türkiye'nin toplumsal dinamiklerine, ülkenin uluslararası bağlantılarına ve bunların mantığına ters düşen bu tavrın varabileceği bir yer yok. Sadece
Türkiye'nin hırpalanmasına ve vakit kaybetmesine yol açar.
Alternatif siyasi parti yok CHP'nin hırçınlığının ardında bugüne dek AKP'nin karabasanı konumunda görülen
TSK'nın Ergenekon davası bağlamında
iktidar partisiyle işbirliği yaptığı tespiti yatıyor. Son mahkeme kararının AKP ve özellikle Başbakan açısından bir önemi daha var. Davayı açarak AKP'yi kapatmak ve Erdoğan'ı saf dışı etmek isteyenler hedeflerine varamadılarsa ülkeye ve dışarıya sunulacak bir alternatif siyasi örgütün, partinin ortalıklarda olmamasının bunda payı yüksekti. Bu
alternatifsizlik durumu sürdükçe ve
Türkiye hem kendi toplumsal talepleri hem de dış dünyanın baskısıyla demokratik sistemle yönetilecekse
benzer teşebbüslerin de başarısız olması beklenmelidir.
Bu tablo içinde sorulacak son soru ise şu olmalı:
Nasıl ve ne derinlikte bir demokrasi? Soğuk savaş döneminde
Türkiye sınırlı demokrasisiyle Batı kampında yer alabilmişti. Önümüzdeki dönemde bunun mümkün olmadığı görülüyor. O nedenle de Başbakan'ın AB hedefini ne ölçüde ciddiye aldığı,
Türkiye'nin insan sermayesinden yararlanmak için girişimde bulunup bulunmayacağı hem kendisinin, hem partisinin hem de
Türkiye'nin geleceği açısından belirleyici önemdedir.
Yayın tarihi: 7 Ağustos 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/07//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.