Yaz vakti ciddi işlerle uğraşmak için en uygun zaman değil ancak bu yaz ister istemez bu şekilde geçecek. Türkiye'nin gelecekteki güzergahının da belirleneceği ya da en azından bugüne kadarki yolunun sorgulandığı bir dönemdeyiz. Mesele yalnızca Türkiye'deki iktidar kavgasının bir parçası olarak yaşanan AKP kapatılma davasıyla sınırlı da değil. Bu davanın kapatılmasıyla sonuçlanmasının Türkiye'nin yerleşik ilişkileri, bugüne dek sürdürdüğü siyaset ve
Batı ile bütünleşme projelerini derinden etkileyebilecek önemde olduğuna kuşku yok.
İlişkilerde kopma yaşanmasa bile Türkiye'nin, Semih İdiz'in deyimiyle,
küme düşeceğine kuşku yok. Bir kez daha tekrarlamak gerekir ki bu küme düşüşün önde gelen müsebbibleri de devlet seçkinlerinin bir bölümüyle, bunlara destek veren
toplumsal seçkinler olacaktır. AKP kapatılma davası sonuçta Türkiye'nin kendi içinde çozülecek, dışarıdan karışacakların pek de etkili olamayacakları bir konu. Ancak son üç ayın gelişmelerine bakıldığında AB'nin, Avrupa'nın diğer kurumlarının ve giderek
ABD'nin net bir şekilde kapatma karşısında tavır aldığı ortada.
Bu durumda Türkiye'nin ittifak ilişkileri ve özellikle zaten komada sayılan AB üyelik sürecinin bir darbe daha yiyeceğine şüphe yok. Kapatmadan yana tavır alanların AB'yi zaten istemedikleri bilinse de
Batı ile ilişkileri kopma noktasına kadar germenin getireceği maliyeti doğru hesaplamadıklarını söylemek de mümkün. Dolayısıyla kendileri açısından da beklediklerinden daha olumsuz bir sonuçla karşılaşacakları giderek belirginleşiyor.
Hevesi yeniden canlandırmak Türkiye kendi kriziyle kıvranırken bunun uzun vadedeki sonuçlarıyla ilgili yurt dışında da değerlendirmeler yapılıyor tabii. Bu türden çabaların aslında Türkiye'nin dünya sistemi içindeki öneminin bir göstergesi olarak algılanması gerekir. Haftanın son günlerinde Hollanda'da Türkiye Enstitüsü ile Avrupa Güvenlik Çalışmaları Merkezi AB-Türkiye ilişkileri konusunda bir konferans düzenlediler.
Konferans sonucunda bu ilişkiler açısından ortaya pek de hayırlı bir tablo çıktığı söylenemez. Katılım sürecinin komaya girmesinin önemli sebeplerinden birisi,
iki tarafın seçkinlerinin gönülsüzlüğü, toplumların özellikle AB'de genişlemeye karşı tepkileri ve
popülist siyasetçilerin bu rahatsızlığı kulanmaları. Şu sırada ne AB'de ne Türkiye'de bu meseleye sahip çıkan yok. Sonuç olarak bu hedefe siyaseten kendini adamış kimse yok. Hemen tüm tarafların sürecin olumsuz taraflarına vurgu yapması ortalığı daha da bulandırırken, ilişkilerin taraflara yaptığı katkılara değinen yok. Bu ortamda olumlu bir hareketliliğin yaratılması içinse yeni bir dil geliştirilmesi, süreci tanımlayan parametrelerin değiştirilmesi gerekiyor.
AB içinde Türkiye'ye en sıcak bakan ülkelerin veya düşünürlerin dahi Türkiye'nin analizini uzun vadeli bir bakış açısıyla değerlendirdiklerini söylemek mümkün değil. Türkiye açısından ise 2001 krizi sonrasındaki hevesi yeniden canlandırmak, idareyi düzeltmek ve demokrasiyi derinleştirmek için iktidar veya muhalefette istek veya irade olduğunu söylemek imkansız. Bu durum bir bakıma taraflar arasındaki güvensizliğin sonuçlarından birisi. Bir bakıma ise hem Türkiye'nin hem AB'nin bu ilişkilere öncelik tanıyamayacak derecede
kendi dertlerine gömülmüş olmalarının ortaya çıkardığı bir tablo. Bu tablo aşılamadığı taktirde Türkiye'nin
laiklik üzerinden yaptığı hesaplaşmanın demokrasisini de ağır hasara uğratarak sürmesi ihtimali artacaktır. 21. Yüzyılda Türkiye'ye ve bu ülkede yaşayan insanlara yapılabilecek en büyük kötülük budur. Bu açmazdan ülkeyi kurtaracak olanlarsa ne AB ne ABD, toplumsal aktörlerdir.
Yayın tarihi: 29 Haziran 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/29//haber,B86D9711ED9B4C0297E57C6127B03AA7.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.