Beni okuyanlar bilir, yaz tatili benim için aynı zamanda okuma zamanıdır. Yılın geri kalanında pek bulamadığım okuma fırsatını yazın sıkı biçimde yakalar ve yoğun biçimde okurum. Bu yıl da öyle oldu. Çok-satan kitap listelerinde pek dişime göre bir şeyler bulamadığımdan, Akmerkez-Remzi'nin Polisiye Romanlar bölümüne yöneldim. Ve orada arpa ambarına düşmüş aç tavuk gibi oldum!.. (Bu eski deyimleri yeri geldikçe yinelemeliyiz, çünkü gençler hiç bilmiyor.) Alıp okuduklarımdan kimileri eskilerin yeni basımlarıydı. Hiç okumadığım birer Georges Simenon ve Agatha Christie'yi yutarcasına bitirdim. Simenon'un
Bella'nın Ölümü merhum Bilge Karasu'nun eşsiz diliyle çevrilmiş, küçük, ama alabildiğine yoğun bir dram, onun en iyilerindendi (Kabalcı). Christie'nin
Uyuyan Ölüm'ü de tipik bir Miss Marple bulmacası. Ama Altın Kitaplar artık İngiliz gizemler kraliçesinin romanlarını Bab-ı Ali'nin emektar bir çevirmeni ve yine emektar bir 'yayına hazırlayanı' olan iki hanımefendinin özensiz duran çabalarından daha çağdaş bir düzeye ne zaman çıkaracak, merak ettim. İki başka gizem kraliçesine gelirsek, çok sevdiğim Patricia Highsmith'in
Ocak Ayının İki Yüzü (Can Yayınları) bu kez alayın üste çıkıp gerçek anlamda gerilimi arka plana ittiği görece bir düş kırıklığı oldu. Ama Ruth Rendell'ın
Park Cinayetleri'ne bayıldım (Doğan Kitap). İnsanı hem sanki Londra'nın göbeğine davet eden, hem çok özgün kişilikler sunan, hem de insan karakterinin tüm zaaflarını birer roman öğesi haline getiren yazara, bir kez daha şapka çıkardım.
KEŞKE BEN YAZSAYDIMSon zamanlarda gelişen Türk usulü polisiyeden duyageldiğim bir ad olan Osman Aysu ile de ilk kez tanıştım,
Bir Beyazperde Masalı ile (İnkılap). Aysu sanırım yaşını-başını almış bir yazar. Yoksa hissiyat, müstesna, münasebet, istifra, ikrah, tevil, muzafferiyet gibi sözcükleri bol bol kullanır mıydı? Kitabı belli bir merakla okunuyor, ama son tahlilde en çok bir zamanların piyasa yazarı Esat Mahmut Karakurt'u hatırlatıyor. Yani gerçek bir kara-romanın soylu ve hüzünlü yapısından uzak... Polisiye dışı şeyler de okudum. Süha Tuğtepe'nin
Nişantaşı... Nişantaşı'sı sayesinde (Doğan Kitap) ilginç bir kimliği tanıdım, ama kitap benim de çocukluk-ilk gençlik yıllarımın geçtiği bu semti hatırlatmada yetersizdi. Nişantaşı-Teşvikiye'nin tarihi hâlâ yazılmayı bekliyor... Akdoğan Özkan'ın
İstanbul'da Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 101 Şey'iniyse (İnkılap) çok sevdim. Gerçi İstanbul'da yapılması gereken şeyler bitmez: Kendi adıma 101 farklı öneri de ben getirebilirim. Ancak Özkan, genç yaşına rağmen bu kenti tanımış, sevmiş, incelemiş. Ve kitabı İstanbulseverlere yeni ufuklar açıyor. Onu biraz da kıskanarak kutluyorum, keşke böyle bir kitabı ben yazsaydım! Bir de genç sinema yazarı dostum Murat Erşahin'in ilk kitabı
Adam Mutsuz ve Ortayaşlıydı'yı okudum (Hayal-et Kitap). Erşahin de böylece (geçen hafta SABAH eklerinde belirtildiği gibi) yazareleştirmenler kervanına katılıyor. Sapasağlam biçimde: O kısa yazılar bir tür günlük niteliği taşırken, çoğu içlerinde küçük hikâyelerin tohumlarını barındırıyor. Erşahin'in devam etmesini dilerim; bizde eksik olan kısa hikayecilikte çok başarılı olabilir.
Bugünkü Tüm Yazıları
İşte benim yaz kitaplarım: Polisiyeler, anılar, kılavuzlar...
Yayın tarihi: 18 Temmuz 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/18/cm/dorsay.html
Tüm hakları saklıdır.