ABD'nin İstanbul Konsolosluğu önündeki saldırının altındaki imza kime ait olursa olsun ilk bakışta amacın kaos yaratmak olduğu çok açık.
Daha önce yazdım,
Türkiye'de bir hesaplaşma yaşanıyor.
Bir yol ayrımının eşiğindeyiz...
Demokratik şeffaf bir ülke mi olacağız yoksa kirli ilişkilerin hüküm sürdüğü, çetelerin cirit attığı, sorunların hep ertelendiği bir ülke mi?
Önceki gün bu mücadelede
"sol" olduğunu söyleyen CHP Genel Başkanı
Deniz Baykal'ın tarih içindeki yolculuğunu anlattım.
Geçmişte kontrgerillanın, Gladio'nun araştırılmasını isteyen, Susurluk Çetesi'nin üzerine gidilmesini savunun
Baykal, bugün
"Ergenekon'un avukatı" olarak çıkıyor karşımıza.
Neden?
Elbette bunun birçok nedeni var. Gerçek sosyal demokratların bu soruya cevap vermesi gerekiyor.
Ama ben bugün bu tartışmanın daha iyi anlaşılabilmesi için başka bir gerçeğe işaret etmek istiyorum.
Türkiye'deki mafya gerçeğine...
Çok değil 80'li yılların ikinci yarısıyla 2000 yılı arasını bir düşünün...
O yıllarda gazetecilik yapan biri olarak 12 Eylül Askeri rejiminin ürünü olan
"Ruhsatlı Mafya Babaları" dönemini yakından izledim.
O dönem devlet eliyle resmen mafya yaratıldı.
Neredeyse her mafya babasının devlet içinde bir
"abisi" vardı. Ve toplum öyle bir noktaya getirildi ki, sorunlarını çözmek için yargıya değil
"Mafya Adaleti"ne sığınır oldu.
Gazetecilerin yaptığı her haber de mafya babalarının ününe ün kattı. 1990'dan sonra özellikle Kürt meselesi nedeniyle başlayan
"Düşük yoğunluklu savaş" döneminde ise bu
"ruhsatlı mafya babaları" özel görevler üstlendi. Onlarca faili meçhul cinayetin altında bu çetelerin imzası vardı. Bu nedenle de daha sonra devleti bile dinlemez hale geldiler.
Kirli ilişkiler yoğunlaştıkça onlar da pervasızlaştı.
İşte Susurluk skandalı bu kirli sürecin bir deşifresiydi.
Mafyaya dokunulmadı bile! Şimdi asıl soruya gelelim...
Peki, o dönemde iktidarda kim vardı?
DYP-SHP Koalisyonu...
Bir yanı
"sol", bir yanı merkez sağ... O dönem Adalet Bakanlığı yapan
Mehmet Moğultay ve
Seyfi Oktay'a
Ali Kırca'nın Siyaset Meydanı'nda şu soruyu sormuştum:
"Bugün Susurluk skandalı olarak tartıştığımız olayların en yoğun yaşandığı günlerde sizler bakanlık koltuğunda oturuyordunuz. O günlerde
Türkiye'de yasadışı güçler ve mafya cirit atıyordu. Peki, sizler ne yaptınız? Bunları hiç mi görmediniz, hiç mi duymadınız?"
Doğrusu ne o günlerde, ne de daha sonra çetelere karşı ciddi bir mücadele yürütülmedi.
Açıkça sivil iktidarların gücü yetmedi. Sadece toplumda, Susurluk skandalının patlamasından sonra
"Temiz Eller" kampanyası başlatıldı. Hatta İtalya'da bu operasyonu yürüten Savcı
De Pietro, TÜSİAD'ın konuğu olarak
Türkiye'ye geldi.
Ama sonuç değişmedi.
Şimdi o günlerden bugüne dönüp bakalım...
AB süreci ve AK Parti iktidarıyla birlikte
Türkiye'de çok önemli şeyler gerçekleşti. En önemlisi de hayatı kan gölüne çeviren, devleti arkasına alarak korku yayan, haraç alan, işadamlarının
"kimyasını değiştiren" tek bir
"Ruhsatlı mafya babası" nın sokakta kalmamasıydı.
Ne oldu o ünlü kabadayılara?
Hepsi cezaevinde...
Bugün bu temizlenme sürecinin ikinci evresi yaşanıyor.
Türkiye, mafyayı besleyen, çeteleşmeye zemin yaratan sistemle hesaplaşıyor.
Bu sistemin en güçlü parçası da Ergenekon yapılanmasıdır.
Kim ne derse desin,
Türkiye'nin de
"Temiz Eller" operasyonu başladı ve devam ediyor.
Yayın tarihi: 10 Temmuz 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/10//ovur.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.