"Yahu" dedim Ünal'a.. "Şair ne kadar haklı,
'Bu şehri İstanbul ki; bi misl ü behâdır" derken..
Fenerbahçe'de oturuyoruz.. Burunda.. Hayatımda ilk defa gidiyorum, True Blue diye bir bahçe.. Ama ne bahçe..
Giriyorsunuz, hemen sağda bir mini golf alanı, yanında çocukların cıvıl cıvıl oynadığı mini çocuk parkı.. Solda tenteler altında bir restoran ve bar.. Yürüyorsunuz, deniz kıyısına kadar çimenler içinde saz koltuklarda kafe.. İsteyenler için yer minderleri.. Deniz kenarında gene alçak masalar.. Etrafı cibinlikle çevrili kameriyeler..
Yani bir deniz kenarında, mehtapta, gurupta kaç çeşit oturulabiliyorsa, hepsi orada, keyfinize göre..
Tam karşıda Adalar.. Gündüz ayrı, gece ayrı güzel bir manzara..
Güneş daha batmamıştı, tentelerin altına oturup yemeklerimizi ısmarladığımızda..
Genelde İtalyan.. Ama Çin ve Meksika'dan hoşluklar da var..
DJ Atıf, nasıl güzel müzikler çalıyor..
İstanbul İstanbul olalı ben böyle güzel müzikle güneşi batırıp, akşamı geçirmemiştim.. Gecenin onuna doğru, romantik pop yavaş yavaş yerine club'a bırakıyor.
Bu İstanbul'un güzellikleri bitmiyor.. Ömür bitiyor, daha keşfedilecek tonla güzellik var..
Ah Nedim ah!..
"Bir gevheri yekpâre iki bahr arasında.
Hurşcihan-tâb ile tartılsa sezâdır."
Yani Ulu Tanrı nasıl yağdırmış bu kentte bunca güzelliği ve milyonla insan berbat etmek için, Allahın günü uğraşıyor, içine ediyoruz, gene de, hala da güzel.. Hâlâ keşfedilmeyi bekleyen güzelliklerle dolu..
İstanbul geceleri yaşanmayı bekliyor..
Yazın İstanbul'u bırakıp gidenlere şaşıyorum.. Bu kent asıl yaşanacak şehir.. Her anında, her yerinde bir şeyler var..
Boğaz'ın kenarında konser.. Var mı böyle bir mekân dünyada gerçekten.. Erken gidip tik masalara oturduk.. Büfeleri bizim Özcan yönetiyor.. Şarık Ağabey keşke gelip de, Enka büfesiyle farkı görseydi..
Konser başlıyor diye bizi zorla kaldırdılar yerimizden.. O kadar güzeldi her şey..
Konser de çok güzeldi.. Enbe müthiş bir keyif orkestrası olmuş.. Yani Polyuşa Poe diye girip Çayeli'nden aşağı çıkmak var mı?.
Kaç çeşit müzik türü varsa, çaldılar söylediler.. Operalar, müzikaller, yerli, yabancı pop.. Müzikaller.. Yerli yabancı folk.. İkinci yarının başında o arabesk tuzağına da düşmeselerdi hele..
Arkada bir koro.. Önde 9 solist. Yığınla da konuk solist. Alaturka saz gurubu ayrı, alafranga ayrı.. Bir klarnet dinledim, Serkan Çağrı.. Vay ki vay..
Vaktin nasıl geçtiğini anlamadık inanın..
Sonunda korktum biraz.. Yüzlerce seyirci ayağa fırlamış, Enbe'ye eşlik ederek bağıra çağıra Onuncu Yıl marşını söylüyoruz.. "İster misin hepimizi derdest edip götürsünler, 'Aha bunlar Ergenekon hareketini başlattılar" diye.. Neyse ki daha 7 Temmuz olmadı, ordan yırtardık.
Kozyatağı, Kayışdağı Caddesi uğrak yerimiz oldu.. Bursa'nın en büyük lezzeti, CemalCemil oraya taşınalı beri.. Öcal Ağbim iskenderi çok sever. Götürdüm..
"Ben hayatımda böyle döner yemedim" dedi ve tüm ısrarlarıma rağmen o enfes peynir tatlısını ağzına koymadı. "Bu dönerin tadını bozamam" diyerek..
İstanbul'a göçe kızıyoruz ama, böyleleri de güzellik katıyor işte.. Şair, İstanbul'un bir taşına yekpare Acem Mülkünü feda etmiş..
Bu dönere neler bağışlardı acaba?.
Yayın tarihi: 6 Temmuz 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/06//uluc.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.