Mayıs ayının ikinci haftası Fatih Hoca,
"Bu turnuvada bizimle çalışmanı istiyorum" dediğinde gurur duymuştum. Gazetede yöneticilerimin de anlayış göstermesiyle EURO 2008 öncesinde ve süresince milli takımla beraberdim. Bugüne kadar hep medya tarafında olan biri için gerçekten çok farklı bir deneyimdi.
Fatih Hoca'ya verdiğim söz gereği "Gördüklerimi, duyduklarımı, yaşadıklarımı" her gece unutup ertesi güne sıfırdan başladık. Medyada görevli arkadaşlarımızla zaman zaman çatışsak da; genellikle uyumlu bir süreci geride bırakıp yeniden işimize döndük. Bu beş haftalık süreçte edindiğim en önemli deneyim,
bir takımı tutmakla o takımın parçası olmak arasındaki farkı yaşamak idi.
21 yıllık gazetecilik hayatım var. Onun öncesinde ve biraz da başlangıcında tribünlerde geçen 8-10 yılı da göz önüne alırsak yıllarca sporun, özellikle futbolun içindeydim. Milli maçları da, sempati duyduğum kulüp takımını da yüksek duygularla izledim bugüne kadar. Ama takımın parçası olmak çok farklıymış.
Tüm Türkiye için çok önemli maçlardı her biri. Ama işin içinde olunca günler öncesinden heyecan sarıyor vücudunu.
Maçtan önceki gece uyumak zor. Sabahı zor etmene yol açan karnındaki ağrı maç günü giderek artıyor. Stada giderken, hele takım otobüsündeysen taraftarların tezahüratlarından bir başka etkileniyorsun.
Gözlerin doluyor, konuşmakta zorlanarak, boğazına bir şey düğümlenmiş halde varıyorsun stada. İşin futbol oynamak olmasa da
adrenalin salgılanıyor bir kere. Stada girince için içine sığmıyor artık. Sahaya ilk çıkış.
Normal şartlarda sana koskocaman gelecek o sahaya çıkıp oynamak için neler vermezsin o anda. Mümkün olsa en güçlü oyuncudan çok koşacakmış gibi hissediyorsun kendini.
Sonra çalan düdük. 90, 120 dakika, penaltılarda daha da uzun o büyük heyecan. Ardından asıl işimiz; maç sonu müthiş bir koşuşturmaca içinde medyadaki arkadaşlarımızın taleplerini yerine getirmeye çalışıyoruz.
TAKIM OLMAK BAMBAŞKA Her şey bitiyor; otobüsle otele dönüş. Kaybettiysek hiç sormayın;
kazandıysak tatlı bir yorgunluk. Ama uyumak ne mümkün. Adrenalini eritmek için bir saatten fazla yürüdüğümü biliyorum. Bir gece önceki uykusuzluğa karşı kafanı gece yarısından 2-3 saat sonra yastığa koyabiliyorsun. Yine de zor uyuyorsun.
Dışındayken eleştirebildiğin gibi değil içerisi. Çünkü
dışarıda o eleştirdiğin harekete aslında en çok üzülenin o hatayı yapanın kendisi olduğunu yaşıyorsun, biliyorsun. Ve arkadaşlarının onu nasıl teselli ettiğini görüyorsun. "Takım olmak bu!" diyorsun. Yorucu, ama o yorgunluğun çok ötesinde keyifli ve öğretici bir beş haftaydı benim için bu süreç. Birkaç hafta sonra yeni sezon başlayacak.
"Eskisi gibi nasıl eleştireceğim bu çocukları?" diyorum kendi kendime.
O takım ruhunu bir kez soluduktan sonra eskisi gibi bakamayacağımı biliyorum sahaya. Ardından bir şimşek çakıyor kafamda. Medya ile aradaki gerginliğini bitirmenin yolu bu galiba.
Futbolculardan birkaçını da birkaç haftalığına bizim saflara alsak; onlar da buranın işleyişini görseler; o zaman iki taraf da birbirini daha iyi anlar belki de.
Yayın tarihi: 29 Haziran 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/29//kayalioglu.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.