Mahallenin çocukları bir araya geldik. Artık takım kurmamızın ve öteki mahallenin çocuklarıyla gazozuna maç yapmanın zamanı gelmişti. Forma sorununu çok çabuk çözdük; beyaz fanilalarımızın üzerine kırmızı bezden kestiğimiz kocaman bir yıldızı sol göğsümüzün üzerine diktik. Ayakkabı meselesi ise büyük sorun değildi. Eski bir pabuç bu sorunu kolayca çözerdi. Sorun futbol topundaydı. Mahallenin büyükleri akıl verdi: "Siboplu top alın!" Hepimiz birbirimize baktık. Mahallenin şık ağabeyleri anlatmaya başladılar: "Siboplu topun ağzı yok. Yani içindeki lastiği şişirip sonra da ağzını sıkı sıkıya bağladığınız deriden yapılmış ip de yok." Hep beraber bağırdık: "Peki ne var?" Mahallenin şık ağabeylerinden biri söylendi: "Keratalar, sibop dedik ya... O topu alırsanız kafanızı, gözünüzü yarmazsınız." Harçlıkları bir kumbarada toplamaya başladık. Bu arada ısmarladığımız topun geleceği günü de sabırsızlıkla bekliyorduk. Top geldi. Hepimiz ilk kez gördüğümüz siboplu topun etrafında toparlandık. Müthiş şaşırmıştık. Topu bir kutsal emanet gibi öpüp kokladık. Bu büyük olayı kutlamanın zamanı gelmişti. Rakip mahalle ayarlandı. Maç günü geldi çattı; topumuzu gururla rakip takımın oyuncularına tek tek gösterdik. Herkes eline aldı okşadı. İşte o an! Dedim ki, "Bu topa ilk şut atan ben olmak istiyorum." Kaleci kaleye geçti, ben de topun başına... Attığım şut önce direğe vurdu, sonra da sahayı caddeden ayıran duvara. O top daha sonra da caddenin ortasına düştü kaldı. Bir anda kırmızı bir pikap... Şoför bilerek ve isteyerek pikabı topun üzerine sürdü. Gümmmm!.. Biz mahalle çocukları, patlayan topun etrafında toplandık. Herkes ağlıyordu. İşte o an bir şey yaptım. Sanki bir büyük suçlu gibi kaçmaya başladım. Arkama baktım ki iki takımın tüm oyuncuları peşimde! Futbol öyle bir şey işte...
FUTBOL SAVAŞA BENZER
Nasıl bir şey mi? Türk futbolunda çok özel yeri olan Gündüz Kılıç'tan dinlemiştim. Atatürk'ün en yakını olan Kılıç Ali'nin oğlu olan Gündüz Kılıç, Galatasaray ve Ulusal Takım'da uzun yıllar futbol oynamıştı. Anlattığı yaşanmış bir anı çok şeyi anlatır. Dinliyoruz: "Çok önemli bir maçımız için Florya'nın ormanlık alanında antrenman yapıyorduk. Bir de baktık ki Atatürk bir köşeden bizleri izliyor. Antrenman bitti, Atatürk bana, 'Şu futbol oyununu bana anlat,' dedi. Ben de elime aldığım bir sopayla toprağın üzerinde sistem ve taktik konusunda açıklamalar yaptım. Atatürk benim saçlarımı okşadı ve sonra da babam ile İsmet Paşa'ya şaşkınlık içinde şöyle dedi; 'Yahu, bu çocukların futbol dediği şey bizim savaşta yaptığımız şeyin aynısı. Futbol savaş gibi bir şey!' Türk futbolu, nereden neye derken anılara dalalım... O yıllarda kaleci, kale çizgisi üzerinde dururdu. Kaleciler her topa uçarak atladıkları için her yerleri yara bere içinde kalırdı. Bu yüzden kaleciler ayak ve kollarına kolluk, dizlik takarak çıkarlardı. Eldivenleri ise kaba saba bir şeydi. Bir de güneşten korunmak için şapka... O dönemde iki büyük kaleci vardı. Fenerbahçe kalecisi Cihat Arman'a, 'uçan kale' derlerdi. O her topu uçarak kurtarırdı. Galatasaray kalecisi Turgay Şeren ise ceza alanında dolaşarak top kurtarırdı. Şeren, Türk futbolundaki devrim gibi yenilik yaratan bu olayı şöyle anlatmıştı: "İngiliz takımıyla maç yapıyorduk. Ben çizgide beklerken İngiliz kaleci, ceza alanında dolaşarak topları kurtarıyordu. Maçtan sonra o kaleciyle konuştum. Ben de aynısını yaptım." (Şeren böylece Türk kaleciliğinde yenilik yapan kaleci oldu.) Bir başka anı... Atatürk'ün emriyle Ulusal Takım, Avrupa turnesine çıkar. Paris'teki bir maçta rakip takımın, oyun sıkışınca ayaklarındaki topları, kalecilerine verdiklerini görürler. Maçtan sonra öğrenirler ki bunun adı 'geri pas'tır. Yaşanmış bu olayı o maçın oyuncularından Fenerbahçeli Cafer Çağatay'dan dinlemiştim: "Türkiye'ye geldik. Galatasaray'la yaptığımız maçta ayağımdaki topu kendi kalecimize doğru geri pas verdim. İstiyordum ki bu hareketi en iyi Türkiye öğrensin. Kalecime verdiğim o geri pas, gol olmaz mı..." Fenerbahçe kalesini koruyan kaleci Nedim, o sırada lafa girdi: "Top ağlara giderken 10 binlerce seyirci 'Cafer sıçtı, bez getirin!' diye bağırdı."
Yayın tarihi: 22 Haziran 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/22/pz/kanat.html
Tüm hakları saklıdır.