Ünlü Fransız oyuncu Fanny Ardant, 16. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde, Marguerite Duras'nın tek kişilik oyunu Ölüm Hastalığı'nda muhteşem bir performans sergiledi. Ardant, "Benim ahlak anlayışım yok. Şoke edeci kimliklere bürünebilirim. Yeter ki o kişiliğe inanayım," diyor.
Fanny Ardant... Fransız sinemasının Catherine Deneuve'le birlikte iki büyük divasından biri, yıllardır hayran olduğum bir sanatçı. Onunla (Alin Taşçıyan'la birlikte) bir söyleşi yapmak, ertesi akşam sahnedeki tek kişilik oyununu izlemek, sonra vakfın verdiği bir yemekte buluşmak... Hepsi rüya gibiydi.. Ama söyleşi başta kolay olmadı. Ardant keyifsizdi, bizden kaçtı. Kesinlikle fotoğrafçı istemiyordu. Biz de ona resimsiz olmayacağını, Türkiye'de bunun şart olduğunu anlattık. Daha doğrusu bu zor iş bana düştü. Kabul etti. Tek istediği resimler için güneş gözlüklerini çıkarmamak ve de konuşurken fotoğraf çekilmemesiydi. Elbette bu kadarına boyun eğdik. Fanny Ardant, esmer güzeli bir kadın. Uzun, zarif bir vücudu, kemikli bir yapısı, çok geniş bir tebessümü ve aydınlık bakışları var. Büyükbabasının Ermeni olduğunu öğrenmek, fiziği açısından şaşırtıcı değil... Gerçi ayrıntı vermiyor, ama belki ilk kez geldiği bu kenti böylesine sevmesinde bunun etkisi olabilir, özellikle Beyoğlu'nun yan sokaklarını bir pazar günü dolduran kalabalığı, küçük masalarda tavla oynayanları çok sevmiş. Mısır Çarşısı'ndan kendisine yemeniye benzeyen çokrenkli bir eşarp almış. Ve çok yakında yine geleceğini söylüyor.
TUTKULU BİR AŞK Siyasal bilgiler okuduktan sonra, diplomasiye geçmek istemiş. Ama ona "Bu işte en önemli şey, dakik olmaktır," denince, vazgeçmiş! Sonra sanat gelmiş; tiyatroyla işe başlamış. Büyük yazarlar, ünlü metinler: Corneille, Racine. Sonra, 27 yaşında ilk sinema rolü; 1976 yılında... Ama asıl ününü 1980'lerde yapıyor. Özellikle Lelouch, Truffaut ve Resnais'nin filmleriyle. En çok da François Truffaut, ona
Komşu Kadın ve
Neşeli Bir Pazar filmleriyle en güzel rollerini ve de bir kız çocuğu veren... Büyük bir aşk, kitaplara geçen bir tutku. Ama Truffaut oyunbozanlık ediyor, 1984'te, 52 yaşında bu dünyadan çekip gidiyor. Herkes bize sanatçının bir huyundan söz ediyor: Kesinlikle Truffaut'dan konuşmuyor ve bu konuda soru istemiyor. Bir kaynak, Truffaut öldüğünde onun bir film çektiğini, ama ölüm haberine rağmen filme devam ettiğini yazıyor. Şu sözleri belki bunu açıklayabilir: "Film çevirmek benim için en büyük teselli, en mutluluk veren uğraştır. Kendimi unutur ve bir süre başka bir dünyada yaşarım." Tiyatroyu hiç unutmamış, arada hep dönmüş. İstanbul'a da tiyatro festivali için gelmedi mi? Şöyle diyor: "Oyuncu tiyatroda yetişir, olgunlaşır. Tiyatro oyuncuyu besler, temizler, ona cesaretini, gücünü verir. Ama tehlikelidir, riskler içerir, nankördür. Sinemada ise seyirciyle temas yoktur, her şey bir yapaylık içerir. Sinemada kişiliğinizi silmeniz, ruhunuzu kaybetmeniz gerekir."
Bugünkü Tüm Yazıları
İstanbul Venedik'ten Bileromantik
Yayın tarihi: 31 Mayıs 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/31/ct/haber,375863E7269F4DEE956FAD0E34CEA435.html
Tüm hakları saklıdır.