Yüzünde nefret dolu bir ifade vardı. Öyle sinirliydi ki, beyaz atını denize sürmüştü öfkesinden... Okul duvarına asılı tablonun yanından geçerken hep o kızgın, sinirli haline tanık oluyordum. O, Fatih Sultan Mehmet'ti. Çağ kapayıp, çağ açmıştı ama benim çocuk kalbimi tablodaki haliyle bir türlü açamıyordu. İtalyan ressam Zonaro'nun imzasını taşıyan tablo, fetih sırasındaki tarihi bir olayı yansıtır: Fatih, üç Venedik gemisinin denizdeki kuşatmayı aşarak, İstanbul'a yardım getirmesine öylesine kızmış ki, atını denize sürmüş. Bir ressamın bu olayı tuvaline yansıtması kendi tercihidir. Ama böyle bir tablonun bir ülkenin okullarının duvarına asılması büyük bir bozgundur. Evet, bozgundur. Eğitim kalesinde sevginin, tarihteki değerlerini doğru tanımanın, gerçeğin kalesinin düştüğünün resmidir. Sinirli bir ifadeyle atını denize süren adam. Sahi, bu mudur II. Mehmet? Alman krallarından biri tarihte öfkelenmemiş midir? Elbette kızmış, elinin tersiyle sehpanın üstündeki vazoyu devirmiş ya da kılıcını öfkeyle masaya saplamıştır. İngiltere kralı da çok sinirlenerek atına "Deeh..." demiştir. O ülkelerde, tarihteki liderlerinin böylesi hallerini gösteren resimler okulların duvarlarına asılı mıdır? Çocuklarının beyinlerine atalarının tarihteki 'sinirli' anlarının kazınmasına izin verirler mi? Öyleyse kim, o tabloyu okulların duvarlarına asmayı akıl etmişse çıksın ve özür dilesin Fatih Sultan Mehmet'ten... Bunca yıldır, bu büyük hatayı göremeyen ne kadar eğitmen varsa, onlar da özür dilesinler... Hem de 555 kez özür dilesinler! Şu sözün aydınlığına davet ediyorum sizleri: "Bir kent için olmazsa olmaz üç şey vardır; kanalizasyon, hamam, kütüphane..." Bu düşünce mi okulların duvarlarına layıktır, yoksa Fatih'i nefret dolu biri olarak gösteren tablo mu? Fatih'i kitabın önemini anlattığı bu sözleriyle mi çocuklarımıza tanıtmalıyız, yoksa... Özür dilemeliler... 555 kez özür dilemeliler! Beyaz balinayla Ahap Kaptan'ın öyküsünü anlatan Herman Melville, 1856'da İstanbul'a gelir. Ve Rumelihisarı'nı görünce, kralların imzaladığı antlaşmaların ve tablolardaki ressam imzalarının yanında, bir kente taşlarla atılan imzayla ilk kez karşılaşmanın şaşkınlığını dile getirir.
Moby Dick'in yazarı Melville, Rumelihisarı'nın şeklinin Fatih'in imzasına benzediğini bilmekteydi. Yapımında bizzat çalışan Fatih, elbette topoğrafyanın el verdiği ölçüde Boğaz'ın kıyısına taşlarla adını yazmayı düşünmüş. Bu büyük bir düş adamlığının göstergesidir. Topkapı Sarayı'nın arşivinde bulunan bir resim defteri vardır. Bir çocuğun resim defteri... Sayfalarında insan, baykuş, at, leylek, hilal resimleri olan bir resim defteri... O çocuk, defterin sayfalarında da belki ileride gerekli olur diye imza çalışmaları yapmış. Mehmet'tir, aklının, yüreğinin yelkenlerini hayal rüzgarına açan o çocuğun adı... II. Mehmet'in çocukken yaptığı resimler asılmalı bu ülkedeki okulların duvarlarına. Düşleri, hayalleri olanların önünde hiçbir engelin duramayacağını öğreten çocuk Fatih'in resimleri... Fatih'ten yıllar yıllar sonra bir kadının eli değecektir hisara... Mimar Cahide Tamer, Rumelihisarı'nı onarırken telefon çalar. Ahizenin ucundaki ses, anıt eserlerin kültür etkinlikleriyle yaşayacağını söyler. Cahide Tamer, çok doğru bulur öneriyi ve bir anfitiyatro yapar hisarın içine... Ona bunu öneren Muhsin Ertuğrul'dur. Hisar Fatih'in, içindeki anfitiyatro Muhsin Ertuğrul'un imzasıdır. Rumelihisarı kar altında ne de güzeldir. Tıpkı bir kar evine benzer. Beyazlar giymiş hisar, Himalaya gibidir. Koca dağ Himalaya'nın adı Sanskrit dilinde 'kar evi' demektir. 1453'ten tam 500 yıl sonra... Fatih'in İstanbul'u fethinin 500. yılında, ilk kez iki insan Himalayalar'ın en yüksek noktası olan, Everest'e ulaşır. Edmund Hilary ve Tenzing Norgay'ın imzalarını Everest'in zirvesine attıkları gün, takvim yapraklarında '29 Mayıs 1953' tarihi okunmaktadır.
Yayın tarihi: 31 Mayıs 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/31/ct/sakin.html
Tüm hakları saklıdır.