Bir yakınım, Amerika'da çalışarak geçirdiği uzun yılların ertesinde Türkiye'ye dönmüş ve babasından kalan eski eve yerleşmişti.
Evin eski görünümünü değiştirmek için, sokak kapısını değiştirmeye karar verdi. Ünlü bir mobilya ustasına ceviz ağacından bir kapı sipariş etti.
Yeni kapı bir gün evin girişine takıldı.
Ancak kapı öylesine görkemli ve göz alıcı olmuştu ki, evin eskiliği iyice ortaya çıkmıştı.
Sonunda ev yıkıldı ve kapıya uygun yeni bir ev inşa edildi.
Türkiye'de kurumlar arasındaki uyumsuzluk ve görüntü farkları, zaman zaman buna benzer durumlara dayanmıyor mu?
Anayasaları yapıp yapıp sonra lağvetmek, partileri kurup kurup kapatmak, seçimleri yapıp yapıp sonuçlarını kabul etmemek, kapılarla evler arasındaki uyumsuzluklar gibi değil mi?
Eğer bu kısır döngüyü içinden izlemek ve yorumlamak konumundaysanız, bazı dönemlerde bıkıyor ve
"Kaçış" lara sığınmaya çalışıyorsunuz.
Kaçış türleri İngilizce'nin
"Escapizm" anlamındaki kaçışların da türleri var.
"Büyük kaçış" lara örnek, ressam Gaugin (1848-1903) gibi borsa brokerliğinden ressamlığa, sonra da da Tahiti'ye kaçmak olabilir...
"Düşünsel kaçış" lara örnek, Yahya Kemal'in Varşova'da elçiyken, yazdığı dizelerden verilebilir:
"Gönlüm bu şehirden bu diyardan çok uzakta Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plakta." Eğer kaçışlar sizin doğanıza uygun gelmiyorsa, bıkkınlığınızı ruh haletinize uygun şarkılarla hafifletmeye çalışırsınız.
Örneğin her söylenenin yanlış ve önyargılı algılandığı bir siyaset ortamında, Orhan Seyfi Orhon'un şiirini şarkılaştıran Ali Rıfat Çağatay'ın
"Tereddüt"ünde nefes alır ve Nihavent'ten
"Sarahaten acaba söylesem darılmaz mı?" diye mırıldanırsınız.
Kısır döngüden kaçmak için bir yöntem de, sizin düşündüklerinizi çok açık ifade edenlerin söylediklerini tekrarlamaktır.
Dün
"Haberx.com" da Hülya Okur, Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan'la bir söyleşi yapmıştı. O söyleşideki bir bölüm, benim düşüncelerimi de yansıtıyordu.
Aktarıyorum:
Kendi tarifimiz S-Dünya politikasında dini referansların ağırlık kazandığı bir dönemi ele aldığınızda Türkiye'nin dış politika kimliğinin İslam rengiyle şekillendiği mi ortaya çıkıyor? C-İşte şekillenmemesi gerekir. Dünya üzerindeki bu senaryo, Batılılar tarafından ortaya konan bir senaryo. Türkiye'ye ısrarla bir İslam rengi verilmeye çalışılıyor. Ben vaktiyle
'Baklavaya hürmeten' diye bir yazı yazmıştım. Baklava çok lezzetli bir şey olabilir ama şeker hastasıysanız baklava yemeniz size zararlıdır. Şu an şeker hastasına sunulmuş bir baklava gibi, İslam ve Müslümanlık. Evet Müslümansınız ama biraz uzak durmanız gerekiyor, aksi halde sizi hemen o rengin içine alıyorlar ve bertaraf edilecek düşman tasavvuru içine yerleştiriyorlar. Sizi önce bir kimliğe büründürüp, elbise giydirip sonra bertaraf etme noktasına getiriyorlar. Bu açıdan Türkiye'nin Müslümanlık algısı Batılıların giydirdiği elbiseden farklılaşmak zorunda en azından. Üstelik Müslümanlığın konteksini yani içeriğini kendileri belirleyecekler. Bir başkasının beni tanımlamasına izin vermem. Ben kendi tarifimi kendim yapmak isterim. Türkiye'nin sürekli İslam devleti referansıyla yurtdışında, uluslar arası ortamda algılanmasını çok sağlıklı bulmuyorum.
Evet... Bu düşünceleri onaylarken, bir yandan da
"kendi tarifimiz"i ne kadar yapabildiğimizi düşünmeye başlarsınız.
Leyla Gencer'in küllerinin Boğaz'a serpilmesini
"...külleriniz de İtalya'da kalsın, niye kirletiyorsunuz suyumuzu. O modern Türkiye'nin bir ürünüydü. Ama asla bizim tercihimiz değildi" şeklinde karşılayabilen
"kendi tarifimiz" e takılır ve bunalırsınız.
Yayın tarihi: 17 Mayıs 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/17//barlas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.