Sade insanlar için değil toplumlar ve devletler için de hayat bitmek tükenmek bilmeyen bir sınavdır.
Tarih kitapları dünyaya hükmetmiş imparatorlukların, günün şartlarına uyum gösteremedikleri için çöküp dağılmalarının öyküleriyle dolu değil midir? Ya da bir dönem servetleri hesap edilemeyen girişimcilerin, iflas etmekle kalmayıp, hapislerde süründüklerini görmedik mi?
Halide Edip Adıvar'ın 1918-23 arasını kendi penceresinden gözlemlediği
"Türkün Ateşle İmtihanı" nı okuyanlardan bazıları belki,
"Biz ulus olarak bu sınavı geçtik, sonrası kolay" diye düşünmüşlerdir.
Oysa aradan geçen yılları yaşayanlar, girip geçer not almak zorunda olduğumuz sınavların hiç bitmediğini gördüler. Yeni kuşaklar da bunu yaşayarak görmekte.
Bu durumu daha derinine tahlil ederseniz, yaşamın durağan bir süreç olmadığını, dünyayı durdurmanın imkansız olduğunu anlarsınız.
Dört yaşındaki torunum Faruk henüz bunu bilmediği için, geçenlerde bir sabah bana
"Neden günler akşamla bitince ertesi gün yeniden yeniden başlıyorlar" diye soruyordu.
Yine mi okul? Bir başka küçüğün de ilkokuldaki ilk gününün sonunda akşam annesi tarafından
"Yatağına gir uyu, yarın okul var" diye uyarılınca,
"Ben bugün gittim ya okula, yarın yine mi gideceğim" diye isyan ettiği anlatılır.
Bitmek tükenmek bilmeyen bu sınav gerçeği karşısında, takınılacak tavırlar çok fazla almaşıklı değil.
Ya çalışacaksınız, yarışacaksınız.
İki tekerlekli bir bisikletteki gibi, durursanız düşeceğinizi bileceksiniz.
Yorganınızı ayağınıza göre uzatacaksınız... Ekonominizi, demokrasinizi, hukukunuzu, kentlerinizi, eğitim düzeyinizi, toplumsal ilişkilerinizi geliştirip, çağdaş dünyanın çıtasına yükselteceksiniz.
Ya da
"Böyle gelmiş böyle gider" diyerek, geçmişte kazandığınız sınavlarla yetineceksiniz.
Size Fatih'le veya Kanuni ile övünmek yetecek.
"Atatürk yaşasaydı" diye başlayan cümlelerle, 1938 sonrasında her şeyin bozulduğunu vurgulayıp, bundan sonra da bu kadrolarla bir yere varılmayacağını söyleyeceksiniz.
Durmak imkânsız Halkınızın çağdaş ve evrensel gelişmişlik göstergelerine sahip olmasını imkansız göreceksiniz.
"Bu millet adam olmaz" diyerek, kendinizi toplumunuzdan soyutlayacaksınız.
Yapılan her yatırımın ve atılan her adımın Türkiye'yi dışa bağımlı kıldığını, AB'ye uyumun Türkiye'yi sömürgeleştireceğini iddia edip, içe dönmeyi, dünyaya kapanmayı siyasal çözüm olarak önereceksiniz.
"Ayağımızı yorganımıza göre uzatmalıyız" diyeceksiniz.
Böyle yapılınca önümüzde bundan sonra bizim için hiçbir sınav olmayacağını var sayacaksınız.
Bilelim ki bu ikinci yaklaşımı seçmemiz mümkün değil.
Türkiye büyümek, gelişmek, çağa ulaşıp onunla yarış etmek zorunda. ... Ekonomimizi, demokrasimizi, hukukumuzu, kentlerimizi, eğitim düzeyimizi, toplumsal ilişkilerimizi, geliştirip, çağdaş dünyanın çıtasına yükselteceğiz.
Yorganımızı ayağımıza göre uzatacağız.
İhracatımız da, ithalatımız da artacak. Ne kadar turist Türkiye'ye geliyorsa, o kadar Türk de turist olarak yurtdışına gidecek. Kentli nüfusun köylülere oranı yüzde 90'lara ulaşacak. Yeni yollar, yeni köprüler yapılacak.
Hazırlıklıyız Türkiye'ye büyümeyi, gelişmeyi vaat edenler seçimleri kazanacak.
Hukukumuzun normları evrensel normlar olacak.
Bu hep böyle olmadı mı?
İş başına gelen her yeni kuşak, eskilerin hedeflerini yetersiz buldu.
1930'larda Çubuk Barajı ile övünülürdü. 1950'ler kuşağı Seyhan Barajı, 1960'lardakiler de Keban'la övündüler. Şimdi GAP Projesi bile heyecan vermiyor Türkiye'ye.
Böyle çok örnek var.
Mesela demokrasiden vazgeçmemiz mümkün mü artık? Ben ülkemin yarınına güveniyorum.
Türk toplumu 21'inci yüzyılın sınavlarına hazırlıklı ve bilinçli giriyor.
Yayın tarihi: 12 Mayıs 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/12//haber,BD539D3556754D7E96E4B823EDC59522.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.