Yaşadığımız son büyük ekonomik kriz (2001) ertesinde, Besim Tibuk'la konuşuyorduk.
Hiç unutmayacağım bir
"Mahalle" tahlili yapmıştı.
Bir mahallede sekiz bakkal dükkanı var. Bu dükkanların hepsi birden bir gün iflas edip kapanıyor.
Eğer bunlardan sadece biri veya birkaçı kapansa, bunların kötü yönetildiğini, sahiplerinin hesap bilmediğini söyleyebilirsiniz.
Ama bütün dükkanlar birden batıp kapanıyorsa, mutlaka bir genel etken vardır.
Ya mahalleye gelen bütün yollar kapanmış ya o semtte açılan bir süper market ucuz fiyatları ile bütün müşterileri çekmiş ya da başka bir neden bu bakkal dükkanlarını çökertmiştir.
2001 Krizi'nin bir genel kötü yönetimin sonucu olduğunu biliyoruz.
Çünkü kriz herkesi vurdu.
"10 yıl ötemizi görüyoruz" diyerek sabit kura işletmelerini ve bankalarını endeksleyenler, açık pozisyonda yakalandılar.
Ancak 2001 sadece bir zaman kesitini gösteriyordu.
Sürekli kriz Süreci 20'nci yüzyılın ilk çeyreğinden başlatırsak ve Cumhuriyet'in kuruluşundan bugüne geçen zamanı değerlendirirsek, bitmeyen bir krizden söz edebiliriz.
Dönem dönem büyümeler yaşanmaktadır. Ama dünya ile Türkiye karşılaştırıldığında, gelişme yarışına 1960'larda, 70'lerde ve 80'lerde daha ileri noktadan başladığımız ülkeler bizi geçmiştir. Güney Kore artık eski örnek... Hindistan ve Çin ise, yarışı önde götüren son örnekler.
Demokrasiye geçişte de durum farklı değil.
1990'a kadar tek partili totaliter model içinde yönetilen Doğu Avrupa'nın Demir Perde ülkeleri AB üyeleri şimdi.
Biz ise hala siyasal düzenimizi, hukukumuzu ve devlet yapımızı, reformlar yapıp AB'ye uyumlu hale getirmeyi, ilerideki bir hedef olarak görmekteyiz.
Bazıları kendi mahallelerine takılıp, tüm ülkenin ve hatta dünyanın büyük bir mahalle olduğunu görmez. Bilgi ve iletişimin hava ve su kadar insan yaşamının parçası olduğu çağımızda, Kahn'ın
"Dünya küçük bir köydür" söylemi hatırlanmayabilir de.
Gürültücü azınlık Türkiye'de
"gürültücü azınlık" ın belirli kesimi, sadece kendi küçük mahallelerine takıldıkları için, global mahalle içindeki yerimizi pek önemsememişlerdir.
"Rejim" adını verdikleri kutsalın kavgasını yapmak uğruna, geri kalmışlığa, hukuksuzluğa razı olmuşlardır.
Avrupa'ya gitmekten hoşlanmışlar, ama Avrupa'nın demokrasisinin bütün boyutları ile Türkiye'ye gelmesini hoş görmemişlerdir.
Şimdi yine
"kriz" in eşiğinde bulunduğumuz gibi yaygın bir izlenim var.
Bu krizin en somut işareti ise, içe dönüş ve bitmez tükenmez kısır rejim kavgaları içinde gelişmiş Batı dünyasından kopuş eğilimidir.
Bu izlenim hem iç hem de dış kamuoyunda var. Ayrıca dış ekonomik konjonktür, Türkiye'ye de taşınması zor ağırlıklar taşıyor. Örneğin petrolün varilinin 117 dolara ulaşması, dış ödemelerimizde enerjinin payının önümüzdeki dönemde 50 milyar dolara ulaşabileceğinin işaretidir.
Yeniden bir krizi yaşamamak için Türkiye'nin dünyaya ve özellikle Avrupa'ya giden yollarını açık tutmamız gerekiyor.
Global yenilgi Sosyopolitik gerçeğimizin gerçekleri olan farklılıkları kaşıyarak yeni bir rejim kavgasını ekonomik ve siyasal bir krize yönlendirmek akıl işi değildir.
Siyasetçilerin, gazetecilerin, yargıçların, sivil ve asker bürokratların, tüm düşünce ve karar merkezlerinin geçmişin değerlendirmesini yapmaları ve Türkiye'yi yeni kayıp yıllara sürükleyecek bir krizin müteahhitleri rolünden sakınmaları gerekiyor.
İç savaş yaşamış, parçalanmış Yugoslavya topraklarında kurulan devletçiklerin bile Türkiye'yi hem demokrasi hem de kalkınma yarışında geçmeleri, herhalde bizi düşünceye sevk etmelidir.
Kendi küçük mahallelerimizdeki minyatür zaferlerimizin sarhoşluğunda, büyük tabloyu kaçırmayalım.
Yayın tarihi: 28 Nisan 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/28//barlas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.