Türkiye'nin içinde bulunduğu kısır döngüyü en iyi anlatan durum, kurumlar adına konuşan sözcülerin, her seferinde konulara alfabeden girmeler değil midir?
Dün Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç da, anayasa hukukunu da ilgilendiren güncel ve evrensel konular üzerinde tezler açıklamak yerine, bizim Hukuk Fakültesi'nin ilk sınıfında öğrendiğimiz temel ilkeleri tekrarladı. Örneğin
''Yargı belirli bir dereceye kadar değil mutlak anlamda tarafsız olmak zorundadır'' diyen Kılıç, belirli bir noktadan sonra tarafsızlığını yitiren yargıcın, o noktadan itibaren artık yargıç olmayacağını söyledi.
Haşim Kılıç,
"tarafsızlığın olmadığı yerde adaletin de olmayacağını'' vurgularken
"Yargıç kendisine anayasa ve yasalarla verilmiş görevler dışında misyon üstlenemez. Unutulmamalıdır ki, hukukun dışına çıkmakla korunabilecek bir sistem esasen korunmaya değer değildir'' dedi.
Kılıç
''Bireyin, siyasal yapının oluşumuna özgürce ve eşit olarak iştirak edemediği, bir azınlığın ya da çoğunluğun inançları nedeniyle siyasal katılımdan uzaklaştırıldığı yerde demokrasi olamayacağı gibi laiklikten de söz edilemez'' gerçeğini seslendirdi.
"Tek doğru'' anlayışı etrafında toplumu şekillendirmek isteyen bir siyasi yapının, bir adım ötede
"Siyasi Vesayetçilik" in tuzağına düşeceğini vurgularken, vesayetçiliğin, bireyin ve toplumun henüz olgunlaşmamış, iyi ve kötü ayrımını yapamayan varlıklar olarak görülmesinden kaynaklandığını ifade etti.
Özetle Anayasa Mahkemesi'ni 46'ncı yıldönümü dolayısıyla konuşurken, doğruları ve evrensel gerçekleri ifade etti.
Ama bunları dinleyenlerin aklı tabii ki Anayasa Mahkemesi önündeki parti kapatılması içerikli dava dosyalarındaydı.
Bitmez tükenmez
"Rejim tehlikede" söylemleri yine yargıya taşınmıştı. Hatta bazıları
"Asker darbe yapmasın diye görev yargıya devredildi" benzeri yorumlar bile seslendirmekteydiler.
Bu durumda Haşim Kılıç da doğal olarak alfabeden başlıyordu konuşmasına.
Şöyle diyordu mesela:
- Bireyin, siyasal yapının oluşumuna özgürce ve eşit olarak iştirak edemediği, bir azınlığın ya da çoğunluğun inançları nedeniyle siyasal katılımdan uzaklaştırıldığı yerde demokrasi olamayacağı gibi laiklikten de söz edilemez. Özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi, farklı olanı yani 'öteki'ni kendi varlığının ve var oluşunun teminatı olarak görmeyip, onu yok edilmesi gereken bir 'düşman' olarak nitelediği müddetçe, çağdaş demokrasinin muhtaç olduğu hoşgörü ve çoğulculuğu sağlamak mümkün değildir. İşte tam da bu noktada laik devlet gücüne yaşamsal değerde ihtiyaç duyulmaktadır.
Bugünkü Tüm Yazıları
Hayata her gün alfabeden başlamanın dayanılmaz ağırlığı
Yayın tarihi: 26 Nisan 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/26//haber,6F9CAB1643F24A4D8B252544892D2957.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.