Dünyada tarım en az dört, en fazla yedi yerde birbirinden bağımsız olarak başladı.
Bundan 10 bin yıl önce insanlar yaşamlarını avcılık ve vahşi gıda toplayarak sürdürüyordu.
Milattan Önce 6000 yılında ise çoğunluk yerleşik tarıma geçmişti.
Yani insanlar 400 kuşaktır düzenli tarım yapıyorlar.
Düzenli tarıma geçiş, insanlığın ve dünyanın tarihini geri dönülmez bir biçimde değiştirdi. İnsanlar bol boş vakitlerinin olduğu avcılık ve toplayıcılıktan, günün daha çoğunu çalışarak geçirmek zorunda oldukları tarım düzenine niye geçti?
Bilim adamları bunun cevabını, gıda kıtlığıyla açıklıyor. Avlanacak hayvan sayısı ile toplanacak vahşi bitki oranının azalması, insanları böyle bir tarihi karara zorladı.
Tarımın başladığı bölgelerden biri Afrika, Çin, Kuzey Amerika ile birlikte bugün içinde yaşadığımız "Bereketli Hilal" yani Mezopotamya idi. İnsanlar yerleşik düzene geçerken, hayvanları da evcilleştirdi. Evcilleştirilen ilk hayvan köpekti.
Evcilleşen tüm hayvanların ortak özelliği insanlardan korkmaması, yumuşak başlı olması ve insan denetiminde iken üreyebilmesiydi. Köpek, liderini izlemesi ve insanın liderliğini kolaylıkla kabul etmesi nedeniyle kolayca evcilleşti.
Köpek bu sayede hem avda, hem evlerin yabancı hayvanlara karşı korunmasında, hem de zamanla sürünün denetlenmesinde kullanılmaya başlandı.
O dönemde evcilleştirilen diğer hayvanlar koyun, keçi, inek, domuz ve attı. Bunlar en önemli beşliydi.
Diğer hayvanlar ise tek ve çift hörgüçlü deve, eşek, geyik, su bufalosu ve Bali öküzüydü.
Bitkilerin ehlileştirilmesi ise daha uzun ve zahmetli bir zaman sürecini kapsadı. İnsanlar çöplerini attıkları bölgelerde kimi gıdaların yetiştiğini fark edip ekim işine başladı diye tahmin ediyor bilim adamları. İnsanlık tarihinin o dönemde bulduğu temel tahıl, hububat ürünlerine son 200 yılda sadece blueberry gibi birkaç meyve eklenebildi.
Düzenli tarımı yerkürenin buzul çağını izleyen ısınma dönemi sağladı. Yerleşik tarım, insanlık tarihini bir daha geri dönülmeyecek şekilde değişirdi demiştik.
Çünkü göçebe toplumda hiyerarşi, özel mülkiyet, cins ayrımı yoktu.
Yerleşik tarıma geçilmesi, elde edilen ürünün saklanması için özel kap kacak yapımı, yerleşim alanının vahşi hayvanlar ve diğer insanlardan korunması için savaşçıları gerektirdi.
Tarım hava durumu ve yağmura bağlı olduğu için, havayı denetlediğine inanılan güçleri memnun edeceğine inanılan Tanrıçalar ve onlara ulaşan büyücüler bu dönemde ortaya çıktı. Küçük bir gruptan büyük gruplara ulaşılmıştı.
Afrika'dan Homosapiens aşamasında ayrılmaya başlandığında insanların sayısı 50 ile 100 bin arasındaydı.
Milattan Önce 1000 yılında bu sayı 100 milyona yaklaşmıştı.
Kalabalık düzen, ilişkilerin hukuk, kural yoluyla düzenlenmesini şart kıldı. Zamanla özel mülkiyet, miras gibi yeni kurumlar ortaya çıktı.
İnsanlık tarihini belirlemişti.
Ama sadece insanlığın tarihi değil, doğanın tarihi de belirlenmişti çünkü insanoğlu yerleşik tarıma geçerek toprak anayla ilişkisini bir daha iyiye gitmeyecek biçimde bozmuştu. Çünkü ekilecek toprak arayışı içinde ormanları yaktı.
Düzenli sürüler de, ağaçların meyvelerini ve tohumlarını yiyerek bu sürece katkıda bulundu.
Toprağa saplanan her sopa erozyona katkıda bulundu, çünkü yapısı bozulan toprak en küçük rüzgarla savrulup uçmaya başladı. 400 nesil önce başlayan serüven 100 milyon insanı doyurmayı başarmıştı.
Aradan geçen 8 bin yıl sonunda dünya nüfusu milyarlarla ifade edilir hale geldi.
Bugün toprakları kirletip tüketen, enerji ihtiyacı için kullanan insanlık büyük bir tehlikeyle karşı karşıya. Çünkü günümüz dünyasında en az 100 milyon insan açlık tehlikesiyle karşı karşıya.
İnsanlık 200 binli yıllarla ifade edilen tarihinin en kritik sınavlarından birinde. Bakalım aşabilecek mi bu sınavı, yoksa dinozorlarla aynı akibeti mi paylaşacak?
Bu yazıyı yazarken
Cynthia Strokes Brown'ın
"Big History" kitabından yararlandım.
Yayın tarihi: 16 Nisan 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/16//haber,204A18DD2D2E4B27837B0F71FD99F5A7.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.