Demokrasi ve "yargı bağımsızlığı" tartışması AK Parti'ye kapatma başvurusu ve Ergenekon soruşturmasıyla iyice kızışırken, gazetecilik de "mesleki rolünden" uzaklaşıyor!.
Konuya şöyle de bakılabilir:
Öyle anlar gelir ki gazetecinin kendisi de önemli bir haberin konusu, "öznesi", "nesnesi" olabilir.
Gazeteciler sadece beyan ettikleri fikirlerden ötürü gözaltına alınıp tutuklanıp, mahkûm olmuyor.
Yasadışı başka eylemler ve fiillerden ötürü zan altına girmeler, cezaevine konmalar Türkiye'de ender değil. Bunlar arasında adi vakalar da var,
ucu teröre varan nitelikte vakalar da.
Türkiye
normal bir ülke olsaydı, basın gazetecinin adli kovuşturmalara adı karıştığında bunu da
herhangi bir haber gibi işler, esas görevinin halka doğru, dengeli haber vermekten ibaret olduğundan hareket ederdi.
Ama konuya sadece böyle bakarsak, saflık etmiş oluruz.
Çünkü Türkiye "normal" bir ülke değil; olamadı henüz.
İçinden geçilen olağanüstü değişim sürecinde
yargı bağımsızlığı,
hukukun üstünlüğü,
demokrasinin geleceği çevresinde ucu belirsiz bir
fırtına yaşanıyor.
Kurumlar ve davranışları kökünden sorgulanıyor.
Yargıtay Başsavcısı'nın AKP'yi kapatma başvurusu tartışmasına, aralarında bir gazete başyazarının da bulunduğu kişilerin "terör örgütü üyeliği" suçlamasıyla gözaltına alınması da eklenince, öteden beri siyaset girdabında savrulup duran basın ve medya gerilim merkezine iyice çekiliverdi.
Toplumu iyice kutuplaştıran gelişmeler, basında da tam bir saflaşmaya, "ya bizdensin ya ondan"
ilkelliğine sürüklenmiş durumda.
Bir cenahta
AKP'den nefret edenler, öteki cenahta onu canla başla savunanlar...
Ortada durmaya çalışan
SABAH gibi bir gazetenin ise "siz de AKP'lisiniz" suçlamasını göze alarak, demokrasiyi sonuna kadar savunmaktan başka çaresi yok.
Tıpkı, rahmetli
Abdi İpekçi'nin
Milliyet'inin 1970'lerin sonundaki tavrı, çabaları gibi.
Acı veren şudur...
Türkiye'de basın / medya hiçbir zaman mesleki ilkelerin ve kaygıların etrafında buluşmamıştır. Saflaşmayı şekillendiren, siyasetin akıntılarına dair tercihler olmuş, meslek hep
siyaset partizanlığına,
devlet içi pazarlıklara,
yeraltına da uzanan hesaplaşmalara alet edilmiştir.
Alet edildiği ölçüde de okur, izleyici, bir haber iletme aracına çarpık bir siyaset merceğiyle bakmıştır.
Bunu besleyen
hastalık, Türkiye'de bir kesim "gazeteci"nin,
basının oksijen tüpü olan
demokrasiyi savunmayı bir yana bırakıp, "sadece halka karşı sorumlu, siyasete karşı bağımsız gazeteci" olmak yerine, "bağımlı, militan, misyoner gazeteci" olmayı kör bir inatla savunması, yutturmasıdır..
Bugün yaşanan
çifte standart tutkusu, her şeye "tek gözle" bakış, demokrasiyi daha da kırılgan hale getiriyor, okurların
büyük resmi görmesine de engel oluyor.
Bizde meslek dayanışması yoktur. Meslektaşımız
Hrant Dink'in cenazesinde bir veya ikisi dışında genel yayın yönetmeni yoktu!
Nokta dergisi savcı emriyle baskına uğrarken, "Nokta karşıtı" basında özetle "oh oldu!" deniyordu.
Şimdi benzer muameleye "ulusalcı" bir dergi maruz kalıyor.
Gazeteciler ilkel karakterleri bu senaryoyla oynamakta ısrar ederse, film hep böyle sürüp gidecektir.
Yazarların bazılarına olumsuz olarak gelenlerin dışında son hafta SABAH okurlarından habercilikle ilgili "partizanlık" algılaması içeren kayda değer bir tepki olmamasını da bu arada not edeyim.Böyle zamanlarda demokrasinin bekası adına aklı ve akılcı eleştiriyi temsil etmek, gazetenin değerine değer ekleyecektir. Zor bir duruş, ama SABAH'ın
bunda kararlı olması gerek.
Yayın tarihi: 24 Mart 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/24//baydar.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.