Aslında Türkiye'nin gündeminde üzerinde durulması gereken meseleler biriktikçe birikiyor.
Dünyanın en tehlikeli siyasetçisi bu hafta Türkiye'ye gelecek. Dağarcığında neler olduğunu kimse tam olarak bilmiyor. Ancak
ABD Başkan Yardımcısı Cheney gelmeden, ülkesi açısından önemli olduğu varsayılan bir konuda Türkiye'nin Genelkurmay Başkanı'yla Dışişleri Bakanı ters düştü bile. Afganistan'da NATO'nun Taliban'a karşı yürüttüğü savaşa
Türkiye muharip birliklerle katılacak mı, katılmayacak mı? Üzerine gelindiği taktirde ne kadar direnecek?
Bu anlaşmazlık iktidar ile TSK arasında ilkesel bir anlaşmazlık mı,
iç politikadaki büyük kavganın izdüşümündeki taktiksel bir manevra mı? (TSK'nın ABD ile ilişkileri düzeltmek için ne ölçüde niyetli olduğu düşünüldüğünde, NATO'nun TSK açısından önemi ve Irak operasyonu vesilesiyle 1 Mart 2003'ten beri taraflar arasında varolan buzların erimeye başladığı da gözönünde bulundurulduğunda bu soruya kolayca cevap vermek de mümkün değil.)
Dünyadaki ekonomik krizin
kimselerin tam olarak kestiremediği noktalara doğru gidebilme ihtimali var. Devreye sokulan tedbirlerin etkisi beklenenden daha zayıf çıkıyor. Bu nedenle Amerikan Merkez Bankası sürekli yeni araçları devreye sokuyor. Krizin boyutlarının hâlâ tam kestirilememesi nedeniyle
belirsizlik havası ekonomik aktörlere hakim. Amerikan ve Avrupa merkez bankaları birbirlerinden farklı hedeflere odaklandığından, kullandıkları araçlar farklı. Finans sisteminde çıkan krizin doğru yönetilememesi halinde gerçek ekonomiye de sıçrayabileceğinden ve 1930'lardakini andırır bir kriz yaşanabileceğinden korkan ciddi iktisatçıların sayısı artıyor. Bu gerçekleşmese bile sadece finansal krizin bile Türkiye'ye çok olumsuz etki yapması ihtimali yüksek.
Dış politikaya odaklanılmalı Kıbrıs'ta önemli gelişmeler yaşanabilir. Dünkü TalatHristofyas görüşmesi bir anlaşmaya yönelik müzakerelerin üç ay içinde başlamasını gündeme getirdi. Türkiye henüz kendini yemeye başlamamış bir ülke iken Kıbrıs konusunda yapılmış
açılımlardan sağladığı siyasi avantajı büyük ölçüde koruyor.
Kıbrıs Rum Kesimi, Annan Planı'nı reddederken hedeflediği getiriyi elde edemedi. Kıbrıs Rumları AB üyeliğinin ekonomiye getirdiği yeni kurallar ve standartlar nedeniyle eskiden olduğu kadar başarılı değil. Türkiye köşeye sıkışmadı ve anlaşma olmadıği taktirde
bölünme mukadder görünüyor. Bu nedenle belki de ilk kez ciddi olarak çözüm isteme noktasına geldi. Rumlar kayda değer açılımlar yaptıkları taktirde Türkiye'de de iktidarın bazı politikaları devreye sokması gerekecek. Atılacak adımlar, kilitlenmiş AB müzakere sürecini de canlandırabilecek. Tüm bunlar için de
iktidarın kamuoyu desteğine ihtiyacı olacak.
Görüldüğü gibi Türkiye'nin tüm enerjisini dışarıdaki ekonomik fırtınayla başa çıkacak siyasetleri üretmeye, dış politikada önüne gelen meselelere yeni yaklaşımlarla yaratıcı politikalar şekillendirmeye ayırması gerekiyor. Bunu gerçekleştirebilmek içinse
iç politikadaki hoyratça itişmenin bitmesi gerekiyor . İtişmenin biteceğine dair bir emare ise yok.
Hatta tersine karşılıklı hamlelerle Türkiye hızla bir rejim krizine sürükleniyor. Büyük iktidar kavgasında, demokratik rejim içinde kaybedecek tarafta olanlar bu krizi ve daha ileri gidilirse ekonomik çöküntüyü, toplumsal kargaşayı hatta iç savaşı bile göze almış gibiler. Bu krizin sıradan manevralarla veya krizi tırmandırarak aşılması ise mümkün değil.
Dua edelim ki bu ülke kurumları ve insanlarıyla
aklını tümden yitirmemiş olsun.
Yayın tarihi: 23 Mart 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/23//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.