kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 14 Mart 2008, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Cuma Sabah 
ATİLLA DORSAY

İstanbul elden gitti, gidiyor

Ülke çapında tarih, arkeoloji ve doğaya reva görülen, elbette İstanbul'da da aynen ve hatta daha aşırı biçimde yapılıyor. Değil mi ki bu kent artık 'dünya milyarderler listesi'nde dördüncü sıraya yükselmiştir, mülk fiyatları dolar bazında birkaç yılda üç misli artmış, dağı-taşı altın olmuştur. Elbette her bir karış toprağı paraya çevrilecek ve denetimsiz bir kapitalizme kurban edilecektir. Önce şunu söyleyeyim: İstanbul toprağının değer kazanması, aslında bu kent için bir şanstır. Toplumda da tarih ve çevre konularında önceden var olmayan bir bilinçlenme var. Ayrıca, hükümetin başında ilk kez, İstanbul Belediye Başkanlığı'ndan gelen, kent sorunlarını çok iyi bilen bir siyasetçi ve onun zaman zaman ettiği, kaçak yapılardan devlet toprağını işgale kadar çeşitli olguları eleştirmeye, çirkin camilerden yakınmaktan göçü önleme tedbirlerine, gayet hoşuma giden lafları da var. Demek ki kötümser değil, tersine iyimser olmaya çabalıyorum. Ama olmuyor, olamıyor. Çünkü gün geçmiyor ki bir felaket haberi gelmesin. Son kalan yeşil alanların, ormanların ve daha önemlisi su havzalarının uğradığı işgal, her gün gazetelere yansıyor. Taş ormanına dönmüş semtlerin son yeşillikleri imar rantına feda ediliyor. Mecidiyeköy gibi bu durumun vahim olduğu koca bir bölgede, eski tramvay deposu, Ali Sami Yen Stadı ve şimdi de asırlık ağaçlar içeren eski Likör Fabrikası da imara açılıyor. Ve semtin son nefes alma şansları tükeniyor. TOKİ denilen devlet kuruluşu, vaktiyle yeşil alanı bol olarak planlanmış Ataköy, Levent gibi semtlerdeki tüm boş parselleri satılığa çıkarıyor. Dolmabahçe'nin yeşili neredeyse bitti, Taksim Parkı bir taş alan oldu, eski Tepebaşı Bahçesi artık silik bir anı. Kurbağalı Dere'den Göksu'ya, Kağıthane'den Yoğurtçu Çayırı'na kadar eski mesire yerleri de öyle. Öyle bir imar etkinliği var ki, yakında hiç boş alan kalmayacak. Böylece şarkılara, şiirlere geçmiş o eski güzel İstanbul bitiyor, hatta bitti. Oysa bilinçli ve güçlü bir kent plancılığı, değer artışının aşırılıklarına set çekebilirdi. Kadir Topbaş bunu yapabilseydi (belki hâlâ yapabilir) uygarlık tarihine geçerdi. Yazık!