Bir türlü baş edemediğimiz iki zayıf noktamız var: Sevdiğimiz sporcuların ve tuttuğumuz takımın maçlarını canlı olarak izleyemiyoruz. Yüreğimiz kaldırmıyor. Sanki "Zapping" yaparsak veya banttan izlersek, mutlu sonla veya skorla karşılaşacağımız takıntısı bizi tutsak alıyor. Bunda galiba bir dönem keyifle birlikte çalıştığımız Milliyet gazetesinin görsel yönetmeni Ali Acar'ın "Totem"lerinin etkisi var.
O yüzden tenisteki idollerimiz Pete Sampras'ın (Bir zamanlar), Andre Agassi'nin (Ne yazık ki yine bir zamanlar), Roger Federer'in hiçbir karşılaşmasını canlı olarak baştan sona izleyemedik. O yüzden İngiliz bilardosu "Snooker"da Steve Davis'in (50'sine geldi, ıstakayı bırakmadı) Stephen Hendry'nin, Ken Doherty'nin ama ille de Ronnie O'Sullivan'ın altın vuruşlarını hep banttan izledik.
Bir de tutku derecesinde sevdiğimiz Fenerbahçe'
nin maçlarında bu yürek çarpıntısına esir oluyorduk ama son yıllarda yendik. Aziz Yıldırım'
ın yarattığı Fenerbahçe sayesinde. Çünkü artık biliyoruz ki, inanıyoruz ki, Fenerbahçe sahaya çıktığında, kazanması esastır, kaybetmesi istisna. Yenemediğimiz, yenmek bir yana bastıramadığımız bir "Nakısemiz" daha var: Çok çabuk gözlerimiz doluyor. Özellikle Türkiye'nin mutlu, dingin dönemlerini çağrıştıran sembollerle yüzleştiğimizde.
Bu sembollerin en önemlileri elbette marşlar.
Ve onlardan ikisi her defasında yüreğimizin en sert tellerini bile titretiyor. Biri: Onuncu Yıl Marşı. (Hançerelerden "Çıktık açık alınla / On yılda on savaştan" dizeleri göğe yükselmeye ve o dönemin mimarlarının kabirlerine ışık gibi inmeye başladığında, sorarım size, kim gözyaşı barajlarının kapaklarına hakim olabilir?)
İkinci marş ise şöyle başlıyor: "Kalpleri fetheden renkler / Yaşa Fenerbahçe..."
Diğer takımların, öbür büyüklerin taraftarı olan okurlarımız kızmasınlar; bu iki marş biz Sarı Kanaryalar için birbirini tamamlıyor.
Gelecek 10 yıl bizim Yıldırım'ın görevde 10'uncu yılını doldurması nedeniyle şu sıralar Fenerbahçe'nin onun dönemindeki performansı üstüne medyada her gün bir şeyler okuyor, dinliyoruz.
Bizi en çok ikisi etkiledi. İlki, Başkan'
ın bir cümlesi: "Gelecek 10 yıl bizim. Bu 10 yılda Fenerbahçe, bir Chelsea, Milan, Real Madrid gibi olacak. Kaçışı yok." Diğeri ise bağımsız denetim kuruluşu "Deloitte"in Avrupa'nın en büyük futbol kulüpleri raporu. İlk kez Türkiye o rapora girdi. Fenerbahçe sayesinde. Sarı-Lacivertliler tesis ve varlık olarak Avrupa'nın 25'inci büyük takımı gösteriliyor. Dahası satır aralarında önümüzdeki yıllarda çok daha yukarılara çıkacağı belirtiliyor. Kesinlikle inanıyoruz. Çünkü geçmişten ders alarak (Ne Pendik faciasını unuttuk, ne 2002'de Şampiyonlar Ligi'ni sıfır puanla bitirmeyi, o derslerle kamçılanarak geleceğe yöneliyoruz. Güvenle, inançla, kararlılıkla.
İyi ki varsın Aziz Başkan. 15 Şubat 1998'deki genel kurulda senin başkanlığa seçilmeni sağlayan o tek oyu, o fark oyunu kim verdiyse, iki cihanda aziz olsun.
Ve haydi bir ağızdan: Çıktık açık alınla... Yaşa Fenerbahçe...
Yayın tarihi: 18 Şubat 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/18//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.