UT
yaz boşluk bırak mesajını yaz 4122'ye gönder.
SMS:
?UT
"Yine geldi o köpek!"
Geçen hafta
Edita Morris'le ilgili yazımı okuyan kimi dostlarım, Asuncion-Lima uçak yolculuğumla
"köpek olayı" nı hatırlattılar bana.
"Onlardan da söz etseydin" dediler.
Gerçekten de eğlenceli olaylardı onlar. Edita Teyze'yi 20. ölüm yılında bir daha anarak anlatayım.
Ama önce bir okurumuzun " Nasıl mısın, İyi misin ne biçim Türkçe?" sorusunu yanıtlayayım.
Yapıtlarını İngilizce yazıyordu Edita. Dili zaman zaman, bilerek bozuyordu. Vietnam'a Sevgiler'de ya da Nasıl mısın İyi misin'de ( How Keeping Hope Fine ) olduğu gibi.
Nasıl mısın İyi misin, iyi İngilizce bilmeyen Jamaikalı yoksul bir kızın bozuk İngilizcesiyle bir Amerikalıya yazdığı mektuplardan oluşuyordu.
Fransa'da yayımlanacağı zaman, ünlü bir çevirmene verilmiş kitabı. "Çeviriyi okuyunca şaşıp kaldık," diyordu Edita. "Pırıl pırıl bir Fransızca!"
"Dilin bozuk olması gerekiyordu," demiş çevirmene.
Çevirmen, "Ben Racine'lerin, Hugo'ların dilini bozamam," diye yanıt vermiş.
Çaresiz, Edita'yla Ira başbaşa verip bir hafta uğraşmışlar, çevirinin dilini bozmuşlar.
Edita Teyze'yle Latin Amerika yolculuğumuzun duraklarından biri Paraguay'dı.
Asuncion hava alanında pasaport denetiminden geçerken Edita Teyze'ye bakmadılar bile, ama beni durdurdular. "Sizin aşınız yok," dediler.
"Yok," dedim.
"Paraguay'a giremezsiniz öyleyse."
"Ne yapacağım peki?" diye sordum.
"Burada aşı olacaksınız."
Çaresiz, "Peki," dedim.
"İki dolar," dediler.
Verdim.
"Geçebilirsiniz."
"Aşı?" diye sordum.
"Oldunuz ya."
Stroessner'in baskı rejimi her an her yerde egemendi. Bir gece güç kalabildik Asuncion'da. Ertesi sabah odasına gittim Edita'nın. "Buradan hemen kaçalım," dedim. O benden hazırlıklıymış. Bavullarını toplamış bile.
"Gidip uçak biletlerini değiştireyim," dedim.
Lima'ya bir tek uçak şirketi sefer yapıyormuş. Brainiff. Onlarda da Lima'ya üç hafta boyunca hiç yer yokmuş. Desene, buradan kaçan kaçana!
"LAP var," dediler. "Paraguay havayolları. Bir de onları deneyin."
LAP'a gittim. Ufacık bir oda. Tahta bir masa. Bir kadın. "Lima'ya uçağınız var mı?" diye sordum.
"Var," dedi. "Uçmak ister misiniz?"
"Bugün uçağınız var mı?"
"Var. Uçmak ister misiniz?"
"Yeriniz var mı? İki kişi?"
"Var. Uçmak ister misiniz?"
"Niye bunu soruyorsunuz boyuna?" dedim.
"Uçağımız altı kişilik. Pervaneli."
"Değil pervaneli, kuş gibi kanat çırparak uçsa gideceğim," dedim. Biletleri aldım.
Kadın haklıymış. Havayolları açısından en tehlikeli bölgelerden birini, And dağlarını geçiyordu uçağımız. Bir-bir buçuk saatlik yolu dört saatte alıyordu.
Uçağa bindik. Altı kişi koltuklara gömüldük. Pilot hemen önümüzde. Bir de hostes var. Benden daha iri, benden daha bıyıklı bir kadın. And dağlarının üstünde hıçkırık tutmuş kelebek gibi gidiyoruz. Bir alçalıyoruz, bir yükseliyoruz. Hoplaya zıplaya. Bir keresinde öyle hopladık ki, önümde oturan Edita'nın kafası uçağın tavanına çarptı. Bir çığlık attı Edita.
Hostes sinirlendi. "Korkmayın," diye bağırdı. "Bir şey olmaz. Hem olsa bile, bir an içinde parçalanarak ölürsünüz, hiçbir şey duymazsınız!"
Lima'da bir akşam çok zengin bir ailenin konuğu olduk. Aile,
Asturias'ların dostuydu. Edita'ya da Paris'te Asturias'lar vermişti onların adını. Edita telefon etti.
"Bu akşam yemeğe çağırıyorlar, bizi otelden aldıracaklar," dedi.
Hazırlandık. Söylenen saatte bir limuzin dayandı otelin kapısına. Üniformalı bir şoför. Bindik. Miraflores'e, benzerini ancak filmlerde gördüğüm bir
"malikane" ye gittik. Biz arabadan inerken dev bir köpek geldi yanımıza. Köpeği gören Edita çığlığı bastı. Sesinin bütün gücüyle,
"Götürün şu köpeği!" diye bağırıyordu. Köpeklerden korktuğunu o zaman öğrendim.
Dört-beş uşak geldi koşarak. Köpeği tutup götürdüler.
Ev sahibesi karşıladı bizi.
"Eşim şimdi gelecek," dedi, bir salona aldı.
Salon koca bir basket sahası büyüklüğünde neredeyse. Yerden tavana kadar tablolar. Olağanüstü bir kolleksiyon. Ev sahibesi içkilerimizi verdi. Tam kadehlerimizi kaldırırken...
... Kapı açıldı, kadının kocası göründü.
Ufak-tefek bir adam.
Edita onu görür görmez çığlığı bastı:
"Yine geldi o köpek! Götürün şu köpeği!" Adam kapıda kalakaldı.
Yapacak hiçbir şey yok. Bıraktım kadehi. Başladım gülmeye. Tamam, çok ayıp! Ama kendimi tutamıyorum ki...
O akşam Çin lokantasına götürdüler bizi. Sinirlerim bozulmuştu bir kere. Yemek boyunca güldüm. Isırmaktan dudaklarım yara oldu.
Yayın tarihi: 18 Şubat 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/18//tamer.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.