kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 9 Şubat 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ERDAL ŞAFAK

İlk ilahi buyruk

Kutsal kitaplarda "Yaratılış" anlatılırken, evrende başlangıçta kargaşanın, yani "Kaos"un hüküm sürdüğü belirtiliyor.
Kur'an-ı Kerim evrendeki bu düzensizlik "O inkâr edenler görmüyorlar ki, (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık" diye tasvir ediliyor. (Enbiya Suresi, 30.) Ayetin "Birbiriyle bitişik" diye çevrilen "Ratk" sözcüğü, Arapça'da "Birbiriyle iç içe, ayrılmaz durumda" anlamına geliyor.
Eski Ahid'de (Tevrat, Zebur, İncil) ise bu karmaşa şöyle ifade ediliyor: "Başlangıçta tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu. Engin karanlıklarla kaplıydı." (1'inci Kitap, 1'inci Sure.)
Sonra bu karanlığa ve kaosa son vermek için "Tanrı 'Işık olsun' diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı."
Kaygılıyız. Bugün Meclis'teki ikinci tur oylamadan sonra Türkiye'nin kutsal kitaplardaki evrenin ilk haline, kaosa yuvarlanmasından korkuyoruz. Çünkü Türkiye'nin yakın geçmişi belleklerde olanca tazeliğiyle duruyor.

1984'ten manzaralar
KKTC'de çok iyi gazeteciler var. Kıbrıs gazetesinin Yazı İşleri Müdürü ve yazarı Başaran Düzgün bu başarılı meslektaşlarımızdan biri. 1980'lerin ilk yarısında Ankara'daki üniversitelerden birinde okuyan Düzgün, o dönemde yaşadıklarını bakın köşesinde nasıl anlatıyor:
"Biz üniversiteye başladığımızda (1983) türbanlı öğrenci yoktu. Dolayısıyla üniversitelerde türban diye bir sorun da yoktu. 1984'te gelen az sayıda türbanlı öğrenci hepimizin ilgi noktası olmuştu. Türbanla ilgili esprili konuşmalar yapıyorduk ama gelmekte olanı göremiyorduk.
1985'te YÖK'ün kontenjanları artırmasıyla birlikte okulun neredeyse yarısı türbanlı oluvermişti. Buna paralel olarak, çalışanların ve öğretim görevlilerinin profili de değişmeye başlamıştı. Artık meselenin espri yapacak tarafı kalmamıştı. Çünkü ilk şokumuzu Ramazan zamanı öğle yemeği için kuyruğa girdiğimiz kafeteryada yaşamıştık. Aşçılar berbattan da öte yemek koymuşlardı önümüze ve ' Kâfirler, oruç tutan adamlara yemek yaptırmaya utanmıyor musunuz' şeklinde öfke dolu sözlerle servis yapmışlardı."

Kadrolarda değişim
Düzgün yazısında olayın bir başka boyutuna da dikkat çekiyor:
"Daha sonra YÖK'ün türbanı yasaklayan kararı üniversitelerdeki durumu göstermekten çok uzaktı. Çünkü mesele türban olmaktan çıkmış, demokrat hocaların kıyımına, ileri düşünceli personelin işten atılmasına varmıştı. Bilimin beşiği üniversiteler, aşırı milliyetçi ve mukaddesatçı kadroların eline geçmişti. Amfilerde özgür bir üniversitede öğretilmesi gereken bilim değil, safsatalar konuşulmaya başlanmıştı. Hukuk derslerinde totaliter rejim hukukunun ülkenin yüce çıkarları için nasıl yararlı olabileceği söylenirdi.
Hiç unutmam, 1985'in 31 Aralık'ında akşamüstü saat 16'da bitmesi gereken ders, hoca tarafından 17.30'a kadar uzatılmıştı. Öğrencilerin yılbaşı kutlama sabırsızlığı 1.5 saati aşan takvim dersine dönüşmüştü. Miladi takvimin kötülükleri ortaya konmuş, bizim kültürümüze uyanın Hicri takvim olduğu anlatılmıştı ."
Başaran Düzgün, o hocanın adını da açıklıyor. Merak eden internette onun 20 Ocak tarihli yazısını okusun. Sadece Hicri takvimi savunduğu iddia edilen ve aradan geçen 20 günde Kıbrıs gazetesine herhangi bir açıklama ya da düzeltme göndermeyen öğretim üyesinin bugün siyasette önemli bir noktada bulunduğunu ve üniversitelerde türban yasağının kaldırılması girişiminin öncüleri arasında yer aldığını belirtmekle yetinelim.
İçimizden tanrının ilk buyruğunu haykırmak geliyor: "Işık olsun! Işık olsun!"