Azınlık vakıflarına mallarının iadesi konusu tartışılırken
"Lozan deliniyor" cümlesi öne çıkıyor. Oysa, bildiğimiz kadarıyla, Lozan Antlaşması, azınlıkların temel haklarını teminat altına almakta ve Müslümanlarla farklı bir muameleye tabi tutulamayacaklarını belirtmekte.
Konuyu, Galatasaray Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç.
Emre Öktem ile konuştum. Ayrıca, Lozan belgelerini de inceledim. Mesela, Lozan Antlaşması'nın 40. maddesinde şöyle deniliyor:
"Azınlıklar, hem hukuk bakımından, hem de uygulamada, Müslümanlarla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dini ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer eğitim ve öğretim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek, buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak, dini ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahiptir." Yukarıdaki hükümden anlaşılacağı üzere, bırakınız mevcut azınlık vakıflarının mal edinmesinin serbest olmasını, Lozan'a göre gayrimüslimler, eğitim veya dini amaçla yepyeni vakıflar da kurabilir; tek şart, masrafları kendilerinin karşılaması.
Emre Öktem'e
"Peki neden Türkiye azınlık vakıflarına el koydu?" diye sorduğumda şu cevabı aldım:
- 1935'te Vakıflar Kanunu çıktığında, mevcut vakıfların mal beyanında bulunması istenildi. Azınlık vakıflarının genelde bir vakıfnamesi, yani hukuki bir belgesi yoktu. Dolayısıyla
'Verdikleri mal beyanı vakıfname yerine geçer' denildi. Oysa vakıfname olsaydı, amaçlar arasında
'yeni gayrimenkuller edinmek' hususu da yer alacaktı.
- Fiili bir durum mu yaratıldı? - 1936'dan 1974'e kadar zor da olsa azınlık vakıfları mülk edinebildiler. 1974'te, Kıbrıs Harekâtı'ndan sonra, Yargıtay'ın şöyle bir kararı var:
'Özel kişiler mal edinebilir ama, tüzel kişiler daha güçlüdür; dolayısıyla tehdit unsuru oluşturabilir, mal edinemez.' Bu kararla birlikte, azınlık vakıflarının mallarına el konuldu.
- Özel kişi, tüzel kişi ayrımı tuhaf değil mi? - Tuhaf. Çünkü bu durumda, çok zengin bir gayrimüslim, servetine servet katabilecek ama, kenar köşede kalmış bir ufak Kilise okulu, tek bir sınıf bile açamayacak. Böyle garip bir durum doğdu. Başka haksızlıklar da yapıldı. Osmanlı'da, vakfın tüzel kişiliği yoktu. Mal varlığı, cemaatten güvenilir bir kişinin üzerine veyahut Kilise'nin adanmış bulunduğu azizin üzerine tescil edilirdi. 1930'ların ikinci yarısından sonra, çok sayıda Hazine avukatı, Aziz Cebrail, Meryem Ana vs... gibi kişiler hakkında
'gaiplik' kararı çıkarttı; mallar Hazine'ye geçti. Ama bu duruma, 1940'larda Meclis el koydu. Azınlık vakıflarının mallarının bu şekilde gasp edilmesi sona erdi fakat, önceden Hazine'ye devredilenler geri verilmedi.
- Demek Lozan delinmiyor? - Elbette delinmiyor. Kaldı ki, Türkiye'nin uygulamakla yükümlü olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nde de, tüzel kişilerin mülkiyet hakkı, adil yargılanma hakkı mevcut. Türkiye'nin sadece Lozan belgesinden doğan mükellefiyetleri yok.
Yayın tarihi: 13 Şubat 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/13//haber,C169E7191386468EB2F095E995006366.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.