2000 yılından bu yana tribünlerde maç seyretmiyorum. Sebebini de defalarca açıkladım. Ben profesyonel bir spor yazarı değilim. Hayatımı spor yazarlığından kazanmıyorum. Futbol benim hobim. Zevk için izliyorum. Ne var ki, tribünlerde maç izlemek benim için zevk olmaktan çıktı.
Holiganizm, açık tribünleri aşıp numaralı tribünlere, VIP koltuklarına kadar gelince, küfür, şiddet akıl almaz boyutlara ulaşınca, maçı başka takımı tutan bir arkadaşınla yan yana izleme şansım hiç kalmayınca, stada girip çıkarken gözlerini fanatizm bürümüşlerin baskıları yoğunlaşınca, işin keyfi kaçtı. Hobimi evime taşıdım. Her takımdan arkadaş gurubuyla futbol günlerimiz başladı. Maç, arkadaşları bir araya getirmek için bahane oldu. Keyiflerle, şakalarla dolu saatler geçirmeye başladık. Islanmadan, üşümeden.. Çayımız, kahvemiz, isteyenin istediği içkisi, purolarımızla.. Özel hazırlanmış, mutfağımızla.. O saatlerdeki neşemiz futbolun da önüne geçince, bir daha aklıma gelmedi tribünlere dönmek, o sıkıntıları, o stresleri yeniden yaşamak.
Hemen her maçı izler olunca, yorumculuğumuz da devam etti tabii.. Gene hobi olarak..
Gerek yazılı, gerekse sözlü, gerek görüntülü medyada yorumlarımıza ilgi artarak sürünce, mesleğin utancı kıskançlıklar hortladı.
Bir süre yorumlarımızı "Futbol mu oynadılar" diye aşağılamaya kalkışıp da hezimete uğrayanlar, bu defa "Şezlong yorumcuları" diye bir terim icat edip saldırdılar.
Bir teknik direktör, rakibinin maçlarını videodan izleyip, Şampiyonlar Ligi maç taktiğini belirleyebiliyordu ama, bir yazarın ayni görüntülerle yorum yapması mümkün olamıyordu, mantıklarınca.. Gene iflas ettiler. Okur, dinleyici ve seyirci, kimi izleyeceğini iyi biliyordu çünkü.
Şimdi açık konuşalım. Maçı tribünden izlemekle, ekran başında seyretmenin önemli farkları var. Bazı durumlarda tribün, bazı durumlarda da ekran avantajlı..
Tribünden izlemenin tartışılmaz avantajı, her an sahanın tümünü görebilmen. İstediğin tarafa bakarsın. Oysa ekranda, topu izlemek zorundasın. Topun olmadığı alanlar görüntüye pek girmez.
Ekran başında, futbolcunun topsuz oyununu izlemen, sezmen çok zordur, top ayağında iken yaptıklarını tüm ayrıntılarıyla görürken.
Pazartesi gecesi 90 Dakikada en son ben konuştum o konuda.. Maçı televizyonda izleyen Fenerli Mehmet'le, Beşiktaşlı Haşmet,
Hakan Şükür'ün nasıl vazgeçilmez bir santrfor olduğunu anlattılar, Rize maçında, özellikle topsuz alandaki oyununu anlatarak..
Onlardan sonra sazı elime aldım ve dedim ki,
"Bu Hakan'ın ölüsü oynar, hem Galatasaray'da, hem Milli takımda.. Çünkü onun yerini alabilecek benzeri oyuncu yok.. İyisini, kötüsünü geçtik.." Hakan'ın attığı, attırdığı golleri geçin. Kafa hakimiyetini, takımına sağladığı hava üstünlüğünü geçin.. Hücum presi en iyi başlatan ve uygulatan oyuncu olduğunu geçin. Sırtı kaleye dönük oynayan tek pivot santrforumuz olduğunu geçin.
Dünyayı kendisine hayran bırakan geçmişini, deneyimlerini, hırsını geçin.. Bunları tartışmam bile..
Söylemek istediğim maçı tribünden izleyen o müthiş yorumcuların bir tekinin ertesi gün yazısında Hakan'ın topsuz oyundaki o müthiş zeka ve temposunun atılan beş goldeki rolünün altını çizmeyişleri.. Çizemeyişleri..
Neden?..
Çünkü maçı seyretmiyorlar. Seyretseler, mesela sahanın en kısası Arda kafa golü atarken, Hakan'ın onun etrafını boşaltan hamlesini görürlerdi. Seyretseler Nonda'ya gol yollarının nasıl açıldığının farkına varırlardı.
Tribünde olacaksın, ama Hakan'ın topsuz koşuları ve ataklarının farkına varmayacaksın. O zaman neye yaradı tribün.. Çekirdek çıtlatmaya mı?.
Hakan'a için "Yaşlı da yaşlı" diye tutturanların bir teki, mesela
Doğan Koloğlu, hem de ikinci yarının sonlarında Rize'nin kornerinde topu kafa ile Hakan'ın çıkardığını, gelişen Galatasaray kontratağında en ilerdeki sarı kırmızı formanın gene Hakan'a ait olduğunu gördü mü mesela?.. O hızın farkına vardı mı, Hakan'ın sahanın yıldızı olduğu maçta onunla ilgili tek cümlesi "Reflekslerinin yavaşlığı yüzünden iki gol kaçırdı" olurken..
Mesele maçı komplekssiz, takıntısız, kulüp hesaplarından, kişisel öfke ve nefretlerden uzak seyredip yorumlamakta.. Şezlongda, ya da tribünde değil!..
Yayın tarihi: 17 Ocak 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/01/17//uluc.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.