kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 2 Aralık 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ERDAL ŞAFAK

Mülkün temeli

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı'nın (TESEV) demokratik rejimimizin temellerini oluşturan üç erkten birine, "Yargı kurumu"na ışık tutan son araştırması, hızla değişen gündemde kaynayıp gitti.
Oysa Ankara, İstanbul, Diyarbakır ve Trabzon'da 51 yargıç ve savcıyla yüz yüze yapılan görüşmeye dayanan araştırma, adalet dağıtanların "Algılamaları" ve "Zihniyetleri"ne ilişkin ciddi ipuçları verdiği için didik didik edilecek kadar önem taşıyor.
Önce hükümetin 2008 yılı programında yargıyla ilgili hedeflerini hatırlatalım: "Hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti gerekleri çerçevesinde, yargılama sürecinin adil, hızlı, güvenli ve isabetli şekilde işlemesini sağlayacak hukuksal ve kurumsal düzenlemeler yapılacak. Yargı mensuplarının mesleki ahlak ve davranış kuralları, uluslararası ölçütlere göre belirlenecek ."
Bir de BM Genel Kurulu'nun 1985'te kabul ettiği "Yargı bağımsızlığına ilişkin temel ilkeler"den birini aktaralım: "Yargı organı, önündeki sorun hakkında herhangi bir tarafın herhangi bir nedenle doğrudan veya dolaylı kısıtlama, etki, teşvik, baskı, tehdit ve müdahalesine maruz kalmaksızın, maddi olaylara ve hukuka dayanarak tarafsız bir biçimde karar verir."
Şimdi TESEV araştırmasına geçebiliriz.

Önce birey mi, devlet mi?
Çalışmayı yürüten Ankara Hukuk Fakültesi'nden Mithat Sancar ile Eylem Ümit, yargıç ve savcılara sordular: "Devletin çıkarları önemli, yoksa adaletin gerekleri mi?" Yani, "Birey mi önce gelmeli, devlet mi?"
İşte yanıtlardan seçmeler: "Önce devlet gelir", "Ben devletçi hukukçuyum", "Devlet olmazsa hukuk olmaz, biz de olmayız", "Devletim olmadıktan sonra bireysel özgürlüğüm hiçbir işe yaramaz", "İnsan hakları biraz abartılıyor", "Ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem!"
Sonuç: 51 yargıç ve savcının yüzde 51'i "İnsan haklarının devletin güvenliği açısından tehdit oluşturabileceği" görüşünde.
Araştırmacılar bir başka soru yönelttiler: "Yargıda devlete karşı işlenmiş suçlara farklı yaklaşılıyor mu?"
Yaygın görüş: "Biz Kurtuluş Savaşı'ndan çıkıp gelmişiz. Bunu devamlı okuyor, düşünüyoruz. Devlete karşı işlenen suçlarda hemen tedirgin olunuyor, yani devlet yıkılıyor, elden gidiyor "
Bir başka soru: "Devlet görevlilerinin işlediği suçlarda da farklı muamele var mı? Yani yargıcın önüne zamanaşımı süresinin bitmesine yakın getirildiği iddialarında doğruluk payı var mı?"
Yanıtlar: "Var tabii. Yok dersek, yalan söylemiş, inkâr etmiş oluruz. Siz dosyayı açtığınızda 'Hay Allah, bu zamana kadar niye bekletilmiş acaba' demek zorunda kalırsınız. Oysa dosyayı incelemek için zaman lazım. Zamanaşımı yakın. Ne yapacaksınız? Tam karara bağlayacaksınız; ya Yargıtay'da inceleme sırasında zamanaşımı dolacak, ya da aceleyle karar verdiğiniz için bozup geri gönderecek. Siz o bozmaya uyacaksınız, ama o eksikleri yerine getireyim derken küt zamanaşımına uğrayacak. Evet, maalesef böyle!"

AİHM'ye kadar gitmek
Bir soru daha: "Failin dinsel, etnik, cinsel ve ideolojik özellikleri yargılamayı etkileyebildiği iddiaları doğru mu?"
Yaygın yanıt, "Doğru değil" oldu ama bazıları tanık oldukları olaylardan örnekler verdiler. İşte bir örnek: "Evet, çok var. Bavul ticareti için ülkemizde bulunan bir yabancı kadın tecavüze uğramış, dava açmıştı. Mahkeme heyetindeki erkek üyelerden 'Ne yapalım yani, onlar da bizim kadınlarımıza Kosova'da tecavüz ettiler' demişti. Çok şaşırmıştım. Onlar Hıristiyanlar. Bizim kadınlarımız Müslümanlar yani. Kadın Hıristiyan diye 'Ne yapalım yani' diyor."
Çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınmasını öngören Anayasa'nın 90'ıncı maddesini "İçişlerine müdahale" ve "Egemenliğin sınırlandırılması olarak gören yargıç ve savcılara son bir soru: "Mahkeme kararlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürülmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?"
Yanıtlar: "Çok çirkin. Yani Türkiye'nin bir hukuk sistemi var. O kişi yargılanıyor, Yargıtay'a gidiyor, kesinleşiyor, sonra gidiyor başka bir ülkeye 'Yok beğenmedim' diyor. Bir ülkeyi ülke yapan yasaması, yürütmesi ve bağımsız yargısı. O yargıya 'Bunu yeniden yargılayacaksın' demek, aslında önündeki kararı değiştireceksin demek. "
Sonuç: Görüşülen yargıç ve savcıların yüzde 63'ü hem Avrupa sözleşmeleriyle yükümlülük altına girilmesine karşı, hem de AİHM'nin Türkiye'ye karşı önyargılı davrandığına inanıyor.
Sonra da AB "Reformlar genellikle kâğıt üstünde kalıyor, uygulamada etkileri görülmüyor" diye eleştirince içerliyoruz...