Bir evliliğin 'nasıl gitmesi' gerektiği konusunda ahkâm kesemem belki... Zaten bir deneme yapıp başarısız olmuş biri olarak, çok inandırıcılığım da olmaz, ama bir evliliğin 'nasıl bitmesi' gerektiği konusunda, kendimi bilirkişi ilan edebilirim. Hatta ettim gitti. Her ilişkinin 'gelişi' güzeldir de önemli olan 'giderken' de 'güzel' kalabilmektir. Ayrılık ve kavga kelimelerinin eş anlamlı olmadığını idrak edelim bir önce... Aslında bu evlilik konusunda düşünmekten de okuyup yazmaktan da çoktan vazgeçtim ve sıkıldım. Ama keçinin sevmediği ot misali, çeşitli nedenlerle gelip önüme dikiliveriyor bu lanetli kurum. Bir gün bizzat kendisi de çıkarsa karşıma, yani yeniden, hiç şaşırmayacağım zaten. Dedik ya lanetli... İnsanoğlunun hem en sevmediği hem en vazgeçemediği birliktelik türü... Resmiyete dökülmüş sevişmeler... Bu hafta kafamda başka bir konu vardı yazacak ama son anda
Tempo'dan Eyüp Erdoğan'ın telefonu gündemimi değiştiriverdi: "Evlilik konusunu işliyoruz bu hafta. Sizin de görüşlerinizi almak istedik!" "Peki alın bakalım, neler düşünüyormuşum," dedim ve Pandora'nın kutusu tekrar açıldı bende. Ama aslında dediğim gibi benim uzmanlık alanım 'bitişler ve gidişler' olduğu için, asıl bu konuda söyleyeceklerim vardır hep... Örneğin sabah programlarının kadrolu konuklarından Semiha Yankı'dan öğrendik ki o, eski kocasından, kulağına bir bardak geçirmek suretiyle ayrılmış. Çünkü adam da onun kolunu su şişesi yardımıyla kırmış! İşte ben bu bitişlere çok üzülüyorum. Ki çoğunluğun yaşadıkları bu minvalde oluyor. Kollar şişeyle kırılmasa da en azından sözlerle kalpler paramparça ediliyor. Ve bir zamanlar hayatını birleştirme kararı alacak kadar birbirine düşkün iki insan, bir daha birbirlerinin yüzüne bakamayacak, bakmak istemeyecek hale geliyorlar. Çok acıklı! Güle oynaya da yaşanmaz tabii hiçbir ayrılık. Aşk acısı ölüm acısına en yakın azapmış zaten. Yani ha sevdiğiniz sizi terk etmiş, ha ölmüş gitmiş... Yürek hemen hemen aynı derecedeki kızgın demirle dağlanırmış. Ama çok toz kaldırmadan da gidebilirse insan... İşte o zaman acı da onsuz hayat da daha katlanılabilir olabiliyor. Yeter ki kişi, her insana bahşedilmiş şahane bir yeteneğinin farkına varabilsin: "Konuşabilsin!" Derdini anlatsın. Dert dinlesin. "Çözüm elimde değil," diyorsan eğer, dilindedir belki o zaman. Bir dene... Yine mi olmuyor, o zaman ortalığı kana bulamadan, sağdan yavaş yavaş ikilemek en doğrusu... Ben, bir zamanlar bana ait olan hiçbir canlıdan tamamen kopmak istemediğim için, arada benim gibi düşünmeyen birine rastlayınca çok üzülüyorum. İşte ayrılıklar, asıl o zaman acı veriyor çünkü. Aslında bu yalnız bana değil, tüm hemcinslerime ait bir özellik. Kadınlar o yüzden çok konuşur ve konuşmayı sever, karşısındaki adamı illa konuşturmak için çırpınır, bazen bunaltıcı olur. Ama kadın kısmı olarak başka türlüsünü bilmiyoruz biz... Yani çoğumuz... Çünkü Mevlana'nın şu sözünü doğuştan biliyoruz belki de: "Her dil gönlün perdesidir, perde kımıldadımı, sırlara ulaşılır." Filmlerinde kadını oya gibi işleyen Almodovar ondan yaptı belki o filmi:
Hable con ella - Talk to her - Konuş onunla! Eyy ademoğulları... Konuşun o kadınlarla... Canları daha az yanar o zaman...Sizi de paralamazlar o zaman... Kafada bardak falan kırmazlar. Bir deneyin!
Yayın tarihi: 25 Kasım 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/11/25/pz/ozicer.html
Tüm hakları saklıdır.