(Her okuduğunu fazla ciddiye alan okura başlangıç notu: "O başlık şaka şaka!") Ekranda bir 'şımarık kadınlar sürüsü gecidi' var ki, beni hasta ediyor. İnsanların bir yudum sevgi için çeşme başında bir ömür tükettiği, yonja'lardan, 80630'lardan, facebook'lardan attıkları oltaya, "Dişe dokunur bir sazan düşer mi?" umuduyla bekleştiği böyle bir kriz döneminde, inanın bu kadınlar hiç çekilmiyor. Yapımların da bir inandırıcılığı olmuyor. Aslında televizyon dizilerindeki bu kapris memba kadın modeli, ilk olarak
Asmalı Konak'la başlamıştı. Nurgül Yeşilçay'ın oynadığı Bahar karakterini şöyle bir hatırlayınız. Önüne tüm Orta Anadolu'yu pas pas eden bir adam varken, o uyuz Bahar, kocasının aşkını görmez, ama adamın en küçük bir falsosunu da affetmezdi. Ne cazgırdı yarabbim! Melek gibi, cömert, ailesine bağlı, genç, yakışıklı, romantik bir âşık koca ve dakikaya en az üç kapris sığdıran, yer misin yemez misin bir kadın! Nurgül Yeşilçay, zaten dünyanın en sempatik insanı değildir, ama o diziden sonra, olan şansını da kaybetti. Daha sonra bu şımarık kadınların gerisi de geldi. Aliye,
Bir İstanbul Masalı'ndaki Esma,
Binbir Gece'nin Şehrazatı ve
Annem dizisindeki anne vs.! Hadi diyelim, adamlar bu kadınları aldatmış, onlar da affetmiyor, anladık. Gerçi Esma hariç... O tam dangozdu! Dizi bitti, ama biz hâlâ Esma'nın Selim'i neden terk ettiğini bilemedik! Haa tabii Şehrazat da öyle... O da aldatılmadı. Baba kompleksi yaşayan bir adamın kurbanı oldu. Aman neyse nedenler önemli değil zaten... Beni deli eden, bu kadınların "Allah affeder, ben affetmem," tavrı! Ya da tamam affetmeyeceksen affetme de bu delice kin, kanırtan öfke, adamı süründürme, yaşarken selasını verme hırsı da neyin nesi? Hani bir insanı sevmezsin de... Onun sana olan aşkına ve ilgisine kayıtsız kalamadığın için berabersindir. Fakat bu tek taraflı durum, ilişkiyi pamuk ipliğiyle ayakta tuttuğu için de en ufak bir sarsıntıda arkana bakmadan kaçarsın. Hadi bu anlaşılır bir ayrılık hali... Ama sözkonusu dizi kadınları, böyle değil işte... Sözüm ona ortada büyük bir sevgi var. Körkütük bir aşk... Ama gel gör ki hoşgörü, anlayış, affetme gibi erdemler kayıp... Adamlar, sevdikleri kadının önünde, ip üstündeki Tuğba Özay gibi acıklı, ama bir o kadar da gayretli taklalar atıyorlar. Fakat gel gör ki, azarlanıp kapılardan kovulmaktan başka bir muameleye reva görülmüyorlar. Aaa! Şimdi aklıma geldi. Zaten nasıl unuturum. Bu kadınların en korkuncu ve en aptalı vardır ki, böylesi beyaz cama bir daha zor gelir.
Yabancı Damat'ın Nazlı'sı tabii ki... Daha ilk bölümden itibaren Niko'yu itin göbeğine tıkıştıran Nazlı, bu tavrını, evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra da tam gaz sürdürmüştü hatırlarsanız. Oysa gerçek hayatta böyle değildir ki... Kadınların tahammül eşiği yüksektir bir kere. Şerrinden korkmak lazımdır tamam ama o taşma noktasına gelene kadar da kadın cinsi sabır taşlarına rahmet okutur. Ancak canı bir daha tedavi edilmeyecek şekilde yanarsa, adamın ipini çeker ve döner arkasını gider ki, o aşamada gerçekten vay o erkeğin haline... Ama daha ilk krizde kılıç kalkan kuşanmak da neyin nesi? Gerçi şimdi bu yazıyı, "Böyle kadınlar yalnızca dizilerde olur," diye bitireceğim, ama senaristler de haklı be kardeşim. Sonuçta o yazılanların hepsi hayal ürünü işte... Çünkü o adamlar da gerçek hayatta neredeee? Öyle şefkatli, öyle tutkulu, öyle aşkınakadınına sahip, öyle anlayışlı, öyle yakışıklı, öyle falan öyle filan... Sonuçta, topu, koca bir yalan!
Yayın tarihi: 30 Eylül 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/09/30/pz/haber,1751DA18A4A04C0980BCC9811B25063C.html
Tüm hakları saklıdır.