Kuzenlerden biri çok yakında evleniyor. Geçenlerde arayıp balayı seçenekleri sundu ve "Sence hangisini tercih edelim?" diye sordu. İçimden "E şıkkı: Hiçbiri!" demek geldi, ama böyle bir dangalaklık yapmadım tabii. Çocuklar heves etmiş, balayı programı yapıyorlar. İçine turp suyu sıkmanın bir manası yok! Fakat gerçekten de adet yerini bulsun diye yapılan her aktivite gibi balayı da ne yazık ki insanların kişisel tarihlerinde pek de parlak anılarla yer almaz. Yılbaşında eğlenmek, bayramlarda tatile çıkmak, düğünlerde belli bir seremoniyi yaşatmak, her ne kadar zorlama ve sıkıcıysa, balayı da o derece sıkıntı verici bir eylemdir. Bir kere balayı kelimesi, kendi içinde daha birçok kelimeyi gizli gizli barındırır: Romantizm ve seks gibi... Bu da kadın ve erkeği daha baştan şartlandırır: "Evlendikten sonra çok romantik bir balayı geçireceğiz ve bize ayrılan süreyi mümkün olduğu kadar çok yatakta değerlendireceğiz!" Ama işler beklendiği gibi gitmez tabii... Bir kere her şeyden önce çiftin üzerinde, henüz yeni atlatılmış bir düğün merasiminin travmatik etkileri devam etmektedir. Böyle bir gerginlikle koştur koştur çıkılan bir balayından kim, ne hayır bekleyebilir ki zaten? Ya da diyelim öyle bir gerginlik yaşanmıyor ve işler sahiden de yolunda gidiyor. Romantizm dibine kadar yaşanıyor ve genç çift, tavşanlar gibi hiç durmadan koklaşıyor. Eh, iyi de bu da bir başka dert! Ayıptır söylemesi 'balayı hastalığı' diye bir şey var tıpta biliyorsunuz.. Fazla teşriki mesaiden dolayı, kadınları öldürmese de kısa bir süre süründüren bir durumdur kendisi.. Peki nerden çıkmış bu adet?
ATİLLA'NIN ÖLÜM NEDENİ İngilizcedeki 'honeymoon' kelimesinin 'balayı' olarak tercümesine eyvallah da, ancak buradaki 'moon' süre olarak 'bir ay' değil, gökyüzündeki 'Ay' anlamında kullanılıyor. Balayının geçmişiyle ilgili ise iki ayrı hikâye mevcut... Birinci hikâyeye göre balayının kökeni Babilliler'e kadar uzanıyor. O zamanlarda evlenen çiftlere, önce tören sırasında, sonra da 30 gün boyunca, içine bal katılmış, 'bal likörü' diye adlandırılan bir şarap içiriyorlarmış. Hatta Hun İmparatoru Atilla'nın ölümüne de evlilik töreni sonrası içtiği bu bal likörünün sebep olduğu rivayet edilir. Kossskoca Atilla, gerdek gecesi, kıytırık bir adet yüzünden göçüp gitmiş yani bu dünyadan. Neyse bu hikâyeye göre 'balayı' kelimesindeki 'bal', bal liköründen kaynaklanıyor tamam, ama 'ay'a yüklenen anlam çok farklı... O zamanlar kadın vücudunun, Ay'ın evrelerine denk gelen periyodik değişimler gösterdiğine inanılırmış. Ve de evlilikte ilk dönem nasıl geçerse diğerlerinin de o şekilde devam edeceğine.. Evliliğin geleceği konusunda iş yine kadında bitiyormuş yani... Kadının ağzının tadı bozulmasın ki evliliğin de tadı kaçmasın hesabı! İkinci hikâyede ise balayı adeti, kız kaçırma adetiyle birleşiyor. Oğlan komşu köyden kaçırdığı kızı, ailesi aramaktan bıkana veya kız hamile kalana kadar, sadece birkaç yakın arkadaşının bildiği bir yerde saklıyor. Daha sonra çift ortaya çıkıyor ve başlık parası verilerek, mutlu sona ulaşılıyor. Görüldüğü gibi bu hikâyede bal ile ilgili bir husus yok. Tarihçilere göre İngilizce balayı anlamındaki 'honeymoon', bu hikâyedeki gizlenme olayının anlamı olan 'hiding' kelimesinden türemiş. Bana bu ikinci rivayet, hakikaten rivayet geldi. Pek inandırıcı değil. Neyse işte... Kökeni, anlamı ne olursa olsun bunu bilir, bunu söylerim: Balayı, son derece manasız bir eylemdir. Balayından, "Ayy bir eğlendik, bir eğlendik sormayın. Hele bir ara romantizmden ortamızdan yarılacağız diye çok korktuk," diye dönen bir çifte henüz rastlanmamıştır. Adet yerini bulsun diye yapılacak tatilden, "Madem balayındayız, o zaman kontağı hiç kapatmamalıyız," diyerek gerçekleşecek sevişmelerden ne hayır gelir ki, allasen!
Yayın tarihi: 16 Eylül 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/09/16/pz/haber,2F0938ADD63F4D7E8314B039C7CF607B.html
Tüm hakları saklıdır.