BAZI okurlarımla yazışıyorum. Mesela geçen gece
Oxford Üniversitesi'nde siyaset bilimi dalında doktora çalışmalarını sürdüren
Gökhan Yücel'e bir e-posta gönderdim.
Değindiğim konulardan biri de "söylem" ile "eylem" arasındaki farktı.
Türkiye-Bosna Hersek maçı yeni bitmişti. Tutku ve sevincine gem vuramayan halkımız, havaya kurşun saydırıyordu. Yücel'e şu örneği verdim:
Maça gidenlere sorun... En ateşli milliyetçi onlar. "
Vatan için canımı veririm " derler gururla.
Ama maçın son 20 dakikasında görmeliydiniz o milliyetçileri...
Durum 1-0 idi... Yenilecek bir kaza golü, belki de büyük rüyanın sonu olacaktı. Takım kötü oynuyor, topu ayağında tutamıyordu. Gel gör ki desteğin elzem olduğu o anda, tribünler dut yemiş bülbüle dönmüştü.
Stat hoparlöründen anons yapılıyor, spiker yalvarırcasına, "
Hadi arkadaşlar 20 dakika kaldı, lütfen susmayalım " diyordu... 15 ve 10 dakika kala aynı anonslar yineleniyordu...
Ancak tezahürat gelmemesi yetmezmiş gibi, tribünlerden anonsu
protesto eden
ıslık sesleri yükseliyordu...
Utanacak haldeydik!
İster
milliyetçilik deyin, ister
ulusalcılık ya da
vatanseverlik ... Ya da basitçe
futbol severlikten söz edin; sonuç: Nerede, ne yapacağını bilemeyen, şaşkın bir ruh hali bu...
Olur olmaz pantolonunu indirip amcalarına pipisini gösteren ama en gerekli anda yaralı parmağa işemeyi beceremeyen bir çocuk gibi!
Bize eleştiri: Az daha finallere gidemiyorduk.
İstanbul'da kaybettiğimiz
Yunanistan maçından sonra yapılan tüm yorumlar, kötü futbolun sorumlusu olarak
Fatih Terim'i gösteriyordu. O halde, yüreğimizi ağzımıza getiren bu hocanın, birinci sayfanın tepesinde, hem de son iki maçı kurtaran
Nihat'ın üstünde ne işi vardı?
Yayın tarihi: 23 Kasım 2007, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/11/23//haber,6CC8D901AA87423A858379F33EA5364C.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.