İstanbul'un dokusunu tehdit eden en büyük tehlikelerden biri de veba hastalığıydı. II. Mahmut döneminde, kentte her gün bin insanın ölümüne neden olan veba salgınının bekâr odalarından yayıldığına inanılınca, ünlü Melekgirmez Mahallesi yerle bir edilir. Herkesin kendi evinin önünü süpürmesi ve çevresini temizlemesi yönünde ferman çıkartan padişah II. Mahmut, halk sağlığı gerekçesiyle sokakları yıktırtır. Osmanlı'nın İstanbul'u alması halinde, hipodroma gelindiğinde gökten kılıçlı bir meleğin inerek, Türkler'i İran'ın ucuna kadar süreceği inancı yaygındır. Melek, bunu yaptıktan sonra geri gelecek ve kılıcı sütunlardan birinin dibinde oturan yaşlı adama verecek. Böylelikle kent, dünyanın kraliçesi olacak yeniden...
KANATLAR KIRILABİLİR
Alexander Pope'a göre, insanlar melek, melekler ise Tanrı olmak ister. İngiliz şair, Tanrılar'a özenen meleklerin düştüklerini, meleklere özenen insanların ise isyan ettiklerini belirtir. Bizanslılar'ın bundan haberi olmadığı için kılıçlı meleğin geleceğine inanmışlardı. Oysa melek, Tanrılar katına uçmak isterken düşüp kırılan kanatlarına bakarak bir köşede ağlamaktaydı. İstanbul'u ele geçiren Osmanlı'nın, kentin bir mahallesine 'Melekgirmez' adını vermesinin nedeni, Bizans'a ironik bir gönderme yapmak mıydı acaba? Hezarfen Ahmet Çelebi'nin uçmak için kendisini Üsküdar'a götürecek bir rüzgârın estiği günü tercih etmesi de bu yüzdendir. Haliç'in karşı kıyısına doğru uçacak olsa, Melekgirmez Mahallesi'nin çatılarına düşecekti gölgesi... Bekâr odalarıyla nam salmış bir semtten geçerken, kadın melek sanılma riskini göze alamazdı elbette. Hezarfen Ahmet Çelebi'nin erkek olduğu anlaşılsa bile, bekârlar arasında 'oğlancı'ların olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden, meleklere özenen Ahmet Çelebi, Haliç değil, daha uzun ve yorucu olan Boğaz aşırı bir güzergâh çizmiştir kendine... Melekler arasına karışan Hezarfen, Tanrı katına çıkmayı denemez bile. Çünkü o, bir meleğin kanatlarıyla ancak insanlar arasında bir özellik kazanabileceğini düşünecek kadar zekidir. Hatta sayfa aralarına kuş tüyleri koyduğu kitabına şiirler yazan bir şairdir. Sahi, uçmayı düşleyen birinin şiir yazmamış olduğunu iddia edecek var mıdır? İstanbul'un bir yakasında Melekgirmez Mahallesi, öbür yakasında Cadıbostanı bulunmaktadır. Cadıbostanı'nın adı zamanla Caddebostan'a dönüşür. Anlayacağınız Cadde sevdalılarıyla cadılar bile baş edemez İstanbul'da... Guy Endore, 1934'te yayınlanan
Paris'in Kurt Adamı adlı romanında, insanın bir hayvana dönüştüğüne, dünyanın her yerinde inanıldığını belirtirken, Kızılderililer'in bizon adamını ve İstanbul'un kedi kadınlarını da örnek olarak verir. Ama İstanbullu kadınların kediye dönüşmesi, yazarın romanını süslediği renkli motiflerden biri olmaktan öteye gitmez. Anadolu'da, hortlayan ölüler olarak kabul edilen cadıların ciğer yediklerine inanılır. Romanlarında araştırmalarına da yer veren Guy Endore'un, bir tekerlemede "Cehennemin kadınları / İstanbul'un cadıları / Çık pık / Nerden geldin ordan çık..." diye anılan İstanbul cadılarını kediye dönüştürmesinin nedeni budur belki de? Navaho Kızılderilileri, aşırı zengin olup bolluk içinde yaşamak için başkalarına zarar verenlerin cadıya dönüştüklerine inanırlar. Öyleyse, bize de İstanbul cadılarına inanmak düşer!
Yayın tarihi: 27 Ekim 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/27/ct/sakin.html
Tüm hakları saklıdır.