"Ben, basınımızın yarı yarıya özgür olduğuna inanıyorum çünkü bu basının ihtiyaçları ve hizmet verdiği toplumun ihtiyaçları, ifade özgürlüğünün daha basit erdemlerine dayanan bir felsefeyi aşmış durumdadır.
Günümüzün gerçeği, özgürce araştırmanın ve fikirlerden çok olguları kısıtlama olmaksızın yayınlamanın ahlaki açıdan olumlanmasını gerektirmektedir.
Hakikat, insanlar açısından iyi bir şeydir ve bütün tartışmalar, akılcı insanın aklı tarafından sağlam bir sınamadan geçirildiğinde, hakikat ortaya çıkar. İfade özgürlüğü, insanın onuru ve mutluluğu açısından doğal bir haktır. Bunu biliyorsunuz. Ben de buna katılıyorum ama bu kadarı yeterli değil.
Etik, ifade özgürlüğüyle ilgili haklar üzerinde fazla odaklanmış, bireyin fikirlerine fazla ağırlık veriyor.
Bu tarihsel olarak anlaşılabilir bir şey.
Geçtiğimiz yüzyılda çıkan gazetelerin çoğu, birer haber gazetesi olmaktan çok, fikirlerin açıklandığı birer risale niteliğindeydi.
İlk gazetelerin başını derde sokan ve olumlanması gereken de araştırma değil, hakaret ve sövgüydü. II. George, sunduğu belgeler yüzünden değil aşağılayıcı eleştirileri yüzünden Londra Kulesi'ne tıktırmıştı John Wilkes'i.
Hatta gazetecilerin ettiği en büyük sözlerden bazısı gücünü fikir özgürlüğünün savunulmasından alıyordu.
İnsanlığın başındaki acayip bela,
'bir fikrin ifade edilmesinin engellenmesi' idi. Bağımsız basın da sonraki yüz yıl boyunca savunmalarını bu temel üzerine kurdu.
Ama modern basın, sadece ifade özgürlüğünün klasik erdemlerini ileri sürerek ayakta kalamaz ve tam özgürlüğüne erişemez. Devlet kademelerinde, hukuk çevrelerinde ve bütün iktidar merkezlerinde her gün bilgi akışını kısıtlayan ya da belgelerin üzerine 'gizli' damgası vuran adamlarla kadınların hiçbirinden, John Stuart Mill'le ayrı düşen tek söz duyamazsınız.
İfade özgürlüğüne, her gazeteci kadar tutkuyla bağlıdır onlar da.
Onların algılayamadığı veya ikna olmadığı ise, fikir özgürlüğünün ancak hakikatlerin serbest akışıyla daha fazla değer kazanacak oluşudur. Günümüzde basın, bireyin ruhu için yaptıklarıyla değil, bu toplum için yaptıklarıyla değerlendirilmelidir.
Hepimiz, Walter Lippman'ın deyişiyle 'görünmez bir çevre'de yaşıyoruz; büyük bir kesintisiz bilgi akışı olmadıkça savunmasız kaldığımız bir dünyadır bu. Yurttaşlar kadar hükümetlerin de özgür ve araştırmacı bir basına ihtiyacı vardır. Seçmenin uçucu ve değişken, bürokrasinin karmaşık olduğu koşullarda özgür bir basın, yönetilenden yöneticiye, tüketiciden üreticiye, bölgelerden merkeze ve bir o kadar önemlisi de bürokrasinin bir kesiminden diğerine bilgi ileten vazgeçilmez bir veri beslenme sistemi sağlar.
Güvenilir bilgi ve eleştiri olmazsa, hükümetler iyi hükümet edemez. Onlarda bilgi olmaz. Hiçbir istihbarat, hiçbir bürokrasi, birbiriyle rekabet eden gazetecilerin sağlayacağı bilgiyi sağlayamaz; polis devletinin en zeki gizli ajanları, demokrasideki inatçı bir muhabirin yanında hiç kalır."
NOT: Bu yazı Londra Sunday Times'ın yayın yönetmeni Harold Evans'ın 4 Mart 1974'te Granada Televizyonu'nda yaptığı konuşmanın özetlenmiş halidir. Yazının tam metni, Sabah Kitapları'ndan çıkan "Tarihe Yön Veren Yüzyıl Konuşmaları"nda bulunabilir.
Yayın tarihi: 30 Eylül 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/09/30//haber,AFBA3375BE3F4F3687258E50E2CBF0E2.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.