Genç, tecrübesiz, epeyce bilgisiz olup, iki satır yazabilmek için kanaat önderlerinden işaret bekleyenlerin ('
liderini takip et'); düşünmeden, soruşturmada, bir kez dahi "acaba" demeden şu "
mahalle baskısı" hokkabazlığının üstüne atlamasını olağan karşılıyorum.
Ama yaşını başını almış, epey mürekkep yalamış, tecrübe sahibi olanlar da aynı şeyi yapmıyor mu? İşte ona aklım pek ermiyor. Yoksa arkada bırakılan yıllar, onları zihinsel açıdan tembelleştiriyor mu?
"
Bizim çocuklar ortaya bir laf atmış, bari ben de bir iki örnek vereyim, gündemin dışına düşmeyeyim" mi diyorlar?
Efendim beni böyle düşündüren
Mehmet Ali Kışlalı oldu. Kışlalı
1961'den beri her yıl
Mut'tan geçerek
Mersin Taşucu'na gidermiş. (
Radikal, 26 Eylül)
Sanırım temmuz ve ağustos aylarında güney illeri hayli sıcak olduğu için eylülü tercih ediyor Kışlalı.
Geçenlerde aynı seyahati yinelemiş. Bir cuma günü (
14 ya da
21 Eylül olsa gerek) öğle saatlerinde Mut'ta mola vermiş. Çevresi namaza gelmiş insanların otomobilleriyle dolu olan caminin (
Lal Ağa Camii olabilir mi?) hemen yakınındaki lokantada yemek yiyecek...
Lokantacı, mahcup bir şekilde, "Benim için önemli değil, yanlış anlamayın ama yemeğinizi
dışarıda değil de
içeride yeseniz, bir olay olup rahatsızlık duymanızı istemem..." demiş.
Kışlalı "
Uyarısını anlamakta güçlük çektim" diye yazıyor, "
Tam 46 yıldır, her sene geçtiğimi ama böyle bir durumla hiç karşılaşmadığımı söyledim."
Sonuçta yemeğini içeride yiyor.
Ve kıssadan hisse olarak, şeriatın,
bir çiçeğin fark edilmeden büyümesi gibi, ağır ağır gelmekte olduğunu saptıyor.
Şeriat geliyor mu gerçekten? Ben bu yazıda onu tartışacak değilim.
Sadece Kışlalı'nın yazısındaki bir iki noktaya değinmek istiyorum. Aklıma takılan sorular var.
1) Şu anda kullandığımız takvime göre ramazan her yıl
10 gün geriden başlar ve yuvarlak hesap
36 yılda bir aynı döneme denk gelir. Eğer yukarıda değindiğim (
tatil, sıcak) nedenlerden dolayı Kışlalı, Taşucu'na eylül aylarının başında ya da ortasında gidiyorsa... 36 yıldır ramazan ayında Mut'tan geçmemiş demektir.
En son
1971 ramazanında geçmiş olabilir ama bilemiyoruz: Belki de o tarihte Mut'ta durmadı. Ya da durdu da, yemek yemedi.
Ayrıca lokantacıya, "Ama
geçen yıl (ya da '
evvelki') böyle bir uyarı yapmamıştınız, yine ramazandı ve ben yemeğimi dışarıda yemiştim" demediğine göre... Belli ki en azından iki yıldır böyle bir '
ramazan-yemek' çakışması olmamış. Dolayısıyla, eğer varsa, 'd
eğişimi' anlayabilecek, '
karşılaştırma' yapacak konumda değil.
2) Anadolu kasabalarındaki lokantacıların çoğunluğu, ramazanda dükkanı kapatır. Bunun çeşitli nedenleri vardır:
a) Kendileri de dindardır,
b) Müşteri sayısı azalır,
c) Fırsattan istifade biraz dinlenirler,
d) Boya-badana gibi işleri ramazanda yaparlar.
Dolayısıyla Kışlalı'nın ramazanda Mut'ta açık lokanta bulması şanslı olduğunu gösterir. Tek şanssızlığı dışarıda değil de içeride yemesidir.
3) Adabımuaşeret, yani
görgü kuralları, mesela bir erkeğin kadının solunda yürümesinden ya da otobüste-uçakta bağıra çağıra konuşmamaktan ibaret olmasa gerek.
İlkokulu bitirdiğimden beri oruç tutmuyorum. Ancak Kışlalı'nın yerinde olsaydım, zaten "dışarıda" yemek istemezdim.
Cuma namazına Müslümanlar ayrı bir önem verirler. Onların karşısında, ramazan günü,
soğuk hoşafa kaşık çalmayı uygun bulmam.
Bir iftara davetliysem, nasıl olsa oruç tutmuyorum diye ezan okunmadan, niyetliler oruçlarını bozmadan iftariyeliklerden atıştırmam.
Davranışımın sebebi korku ya çekinme değildir. Tam tersine
mutlu olurum. Benzeri bir özeni diğer dinlerden olan insanlara da (elbette bildiğim kadarıyla) göstermeye çalışırım.
Dedim ya, benim için bu bir adabımuaşeret meselesidir. Ama belli ki Kışlalı ile aynı frekansta buluşmuyoruz.
Yine de itiraf edeyim: 'Mahalle baskısı'
illüzyonunu ispat edeceğim diye, böylesine azimli bir ıkınmayı anlayabilmiş değilim. En azından sağlığa zararlı...
Yayın tarihi: 27 Eylül 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/09/27//haber,483D71F35A624AB8B21FA68B962733A6.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.