kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 27 Eylül 2007, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
EMRE AKÖZ

'Ikınmanın' bu kadarı

Genç, tecrübesiz, epeyce bilgisiz olup, iki satır yazabilmek için kanaat önderlerinden işaret bekleyenlerin ('liderini takip et'); düşünmeden, soruşturmada, bir kez dahi "acaba" demeden şu "mahalle baskısı" hokkabazlığının üstüne atlamasını olağan karşılıyorum.
Ama yaşını başını almış, epey mürekkep yalamış, tecrübe sahibi olanlar da aynı şeyi yapmıyor mu? İşte ona aklım pek ermiyor. Yoksa arkada bırakılan yıllar, onları zihinsel açıdan tembelleştiriyor mu?
"Bizim çocuklar ortaya bir laf atmış, bari ben de bir iki örnek vereyim, gündemin dışına düşmeyeyim" mi diyorlar?
Efendim beni böyle düşündüren Mehmet Ali Kışlalı oldu. Kışlalı 1961'den beri her yıl Mut'tan geçerek Mersin Taşucu'na gidermiş. (Radikal, 26 Eylül)
Sanırım temmuz ve ağustos aylarında güney illeri hayli sıcak olduğu için eylülü tercih ediyor Kışlalı.
Geçenlerde aynı seyahati yinelemiş. Bir cuma günü (14 ya da 21 Eylül olsa gerek) öğle saatlerinde Mut'ta mola vermiş. Çevresi namaza gelmiş insanların otomobilleriyle dolu olan caminin (Lal Ağa Camii olabilir mi?) hemen yakınındaki lokantada yemek yiyecek...
Lokantacı, mahcup bir şekilde, "Benim için önemli değil, yanlış anlamayın ama yemeğinizi dışarıda değil de içeride yeseniz, bir olay olup rahatsızlık duymanızı istemem..." demiş.
Kışlalı "Uyarısını anlamakta güçlük çektim" diye yazıyor, "Tam 46 yıldır, her sene geçtiğimi ama böyle bir durumla hiç karşılaşmadığımı söyledim."
Sonuçta yemeğini içeride yiyor.
Ve kıssadan hisse olarak, şeriatın, bir çiçeğin fark edilmeden büyümesi gibi, ağır ağır gelmekte olduğunu saptıyor.
Şeriat geliyor mu gerçekten? Ben bu yazıda onu tartışacak değilim.
Sadece Kışlalı'nın yazısındaki bir iki noktaya değinmek istiyorum. Aklıma takılan sorular var.
1) Şu anda kullandığımız takvime göre ramazan her yıl 10 gün geriden başlar ve yuvarlak hesap 36 yılda bir aynı döneme denk gelir. Eğer yukarıda değindiğim (tatil, sıcak) nedenlerden dolayı Kışlalı, Taşucu'na eylül aylarının başında ya da ortasında gidiyorsa... 36 yıldır ramazan ayında Mut'tan geçmemiş demektir.
En son 1971 ramazanında geçmiş olabilir ama bilemiyoruz: Belki de o tarihte Mut'ta durmadı. Ya da durdu da, yemek yemedi.
Ayrıca lokantacıya, "Ama geçen yıl (ya da 'evvelki') böyle bir uyarı yapmamıştınız, yine ramazandı ve ben yemeğimi dışarıda yemiştim" demediğine göre... Belli ki en azından iki yıldır böyle bir 'ramazan-yemek' çakışması olmamış. Dolayısıyla, eğer varsa, 'değişimi' anlayabilecek, 'karşılaştırma' yapacak konumda değil.
2) Anadolu kasabalarındaki lokantacıların çoğunluğu, ramazanda dükkanı kapatır. Bunun çeşitli nedenleri vardır: a) Kendileri de dindardır, b) Müşteri sayısı azalır, c) Fırsattan istifade biraz dinlenirler, d) Boya-badana gibi işleri ramazanda yaparlar.
Dolayısıyla Kışlalı'nın ramazanda Mut'ta açık lokanta bulması şanslı olduğunu gösterir. Tek şanssızlığı dışarıda değil de içeride yemesidir.
3) Adabımuaşeret, yani görgü kuralları, mesela bir erkeğin kadının solunda yürümesinden ya da otobüste-uçakta bağıra çağıra konuşmamaktan ibaret olmasa gerek.
İlkokulu bitirdiğimden beri oruç tutmuyorum. Ancak Kışlalı'nın yerinde olsaydım, zaten "dışarıda" yemek istemezdim. Cuma namazına Müslümanlar ayrı bir önem verirler. Onların karşısında, ramazan günü, soğuk hoşafa kaşık çalmayı uygun bulmam.
Bir iftara davetliysem, nasıl olsa oruç tutmuyorum diye ezan okunmadan, niyetliler oruçlarını bozmadan iftariyeliklerden atıştırmam.
Davranışımın sebebi korku ya çekinme değildir. Tam tersine mutlu olurum. Benzeri bir özeni diğer dinlerden olan insanlara da (elbette bildiğim kadarıyla) göstermeye çalışırım.
Dedim ya, benim için bu bir adabımuaşeret meselesidir. Ama belli ki Kışlalı ile aynı frekansta buluşmuyoruz.
Yine de itiraf edeyim: 'Mahalle baskısı' illüzyonunu ispat edeceğim diye, böylesine azimli bir ıkınmayı anlayabilmiş değilim. En azından sağlığa zararlı...