ABD Dışişleri Müsteşarı
Nicholas Burns, Türkiye'de bulunduğu 48 saat içinde, yıldızlı pekiyilerle dolu diplomatik kariyerinde kazanamadığı yeni bir paye edindi:
"VIP'ten çıkmayıp valizini kendi taşıyan mühim adam." Dün ABD elçiliğindeki öğlen yemeğinde de ABD Dışişleri Müsteşarı'na ilk sözümüz bu oluyor:
"İyi ki sonra kalacağınız otele de metroyla gitmediniz." Dışişleri sözcüsü olarak parladıktan sonra
Bush yönetiminin kilit diplomatlarından biri haline gelen Burns gülüyor:
"Atina'da büyükelçiyken onu da yapardım. Ama İstanbul'da yapmadım." Nick Burns'ün kısa Ankara gezisi, ilk bakışta o sıkıcı resmi temaslardan birine benziyor. Her zamanki gibi ana başlıklar, İran, PKK, Ermeni soykırımı iddiaları, Irak'ın toprak bütünlüğü ve ikili ilişkiler: Ve her zamanki gibi tarafların ne düşündüğünü ve ne söyleyeceğini tahmin etmek çok zor değil.
Ancak ABD Dışişleri Bakanlığı'nın üç numarasının Ankara gezisi, bildik şeylerin bildik cümlelerle ifade edilmesinin çok daha ötesinde bir anlam taşıyor. Burns gezisi, birçok anlamda Washington'un yüzde 47 ile yeniden seçilen ve darbe ihtimalini bertaraf eden AK Parti hükümetiyle yeni bir stratejik ittifak dalgası yakalama isteğini temsil ediyor. Kısacası, Amerika 5 yıl daha iktidarda kalacağını düşündüğü AK Parti hükümetine
"Gelin yeniden başlayalım" diyor.
Dün Ankara'da üst düzey temaslarda bulunan Burns'ün ardından Başbakan
Tayyip Erdoğan, bugün George Bush'la da 20 dakikalık bir görüşme yapacağı New York'a uçuyor. Önümüzdeki ay, Burns'ün patronu, ABD Dışişleri Bakanı
Condoleezza Rice Türkiye'ye geliyor. Muhtemelen ondan sonraki aylarda Beyaz Saray yeni Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül'ü ve ardından Başbakan Erdoğan'ı resmi geziler için davet edecek. İki taraf da
"Türk-Amerikan ilişkileri sağlam" mesajı vermek için can atıyor. İkili ilişkileri uzun uzadıya konuştuğumuz öğle yemeğinde Burns
"ilişkileri güçlendirmeye yönelik yoğun ilgi" den söz ediyor.
Ancak tabii aslında ikili ilişkilerde artıların yanında eksiler de çok. Örneğin Washington şu zamana kadar PKK konusunda laftan öteye giden çok somut bir adım atmış değil. (Kuzey Irak'ta verilen birkaç istihbarat ve Fransa'da zaten PKK'nın dağ kadrosu tarafından tasfiye edilen PKK'lıların yakalanmasını ciddi saymıyorum). PKK, ABD kontrolündeki komşu ülkeden Türkiye'deki hedeflere saldırmaya devam ediyor.
Bu durum sürdükçe, Türk kamuoyunda
"sevilmeyenler" listesinde başı çeken ve her geçen gün yükselen Amerika'nın kamuoyu nezdindeki imajını düzeltmesi mümkün değil. Önümüzdeki seçimde ister
Hillary Clinton, ister
Britney Spears ABD Başkanı olsun, PKK meselesi iki toplum arasında sıkıntı kaynağı olmaya devam edecek. Burada en önemli artı, Türkiye'de siyasetçi ve liderlerin kamuoyu önünde iki günde bir ABD'ye sallayarak yangına körükle gitmekten vazgeçmiş, bir anlamda toplumsal nefreti dizginlemiş olmasıdır. Bu anlamda Washington, Türkiye'deki sivil ve askeri liderliğe teşekkür borçludur.
Ermeni soykırım tasarısının geçme olasılığı, Yahudi lobisinin de kararsız tutumuyla her geçen gün artmaktadır. Hem Ankara hem de Washington'da yetkililer bu tarz bir
"nükleer bomba" ihtimalini düşünerek tasarı geçerse ikili ilişkilerin çığırından çıkmamasını nasıl yöneteceklerini düşünmelidirler. Sanırım kapalı kapılar ardında iki taraf da bu hesabı yapıyor.
Ancak bana sorarsanız iki ülke arasındaki en kritik mesele, 2008'den itibaren Irak'taki askeri varlığını azaltacak ve de askeri gücünün bir bölümünü ister istemez Kuzey Irak'a çekecek olan ABD'nin, bu meseleyi Ankara ile nasıl halledeceğidir. Ankara, Kuzey Irak'ta Amerikan gücü istemiyor; Amerikalıların ise başka çaresi yok. Bu durumda iki ülke arasında dev bir pazarlık gerekiyor. 2008, dev pazarlık yılı...
Yayın tarihi: 20 Eylül 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/09/20//aydintasbas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.