kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 29 Ağustos 2007, Çarşamba
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

'Öteki' Sezer ile öteki biz!

Dün "Unutulan öteki Sezer"e başlamıştım. Yani, AKP iktidarıyla bir "cumhuriyetçi" olarak çatışan Cumhurbaşkanı'nın, önceki "laik ve 28 Şubat süreci ürünü", Ecevit liderliğindeki DSP - MHP - ANAP iktidarıyla ve Genelkurmay'ın istediği "kamu personel düzeni" ile de bir "demokrat" olarak çatışması.
O dönem Sezer'i alkışlayanlar bu iktidarla çatıştığı 2003- 2007'de o günleri çoktan unutmuştu; bugün Sezer'i "Cumhuriyet, laiklik" veya "ulusalcılık" adına alkışlayanlar da o dönemi hiç hatırlamıyordu.
Dün, üç temel olayı anlatacağımı söylemiştim.
İlki dünkü yazıdaydı: Memurların bir nevi fişlenmesi ve ayıklanabilmesi için, bir nevi "Sivil YAŞ" gibi, dönemin Genelkurmay'ının talebiyle Ecevit Hükümeti kararnamesini Sezer'in "demokratik ilkeler" adına onaylamayışı idi.
Diğer ikisine gelince...
Bunları paylaşmak da ayıp mıdır; bilmiyorum.
Aslında dünkü yazıya "devamı yarın" koyup kendimi bağlamasam, bugün affınızı istemiş olacaktım.
Bu yazıya da önceki gibi bir hastane odasında, salı sabaha karşı başlamıştım.
Yukarıdaki "gelince..."ye gelince, nefesi hızlandı.
Sanki soluk soluğa bir koşunun sonu çok yaklaştı.
Yanı başımda annem yatıyordu.
Yazıyı orada bıraktım; kaç gündür olduğu gibi yanına gittim, elini tuttum.
Onca aydınlık yılının ardından bilincine perde inmişti.
Perdenin aralığından gözlerimin içine içine baktı.
Ağlayamıyordu da, belki gülümsedi.
Güçsüz eline son bir kuvvet geldi. Muhtemelen henüz bebekken benim onun parmağını sıktığım gibi, o da bana sıkı sıkı tutundu.
Sonra öyle eli elimde, hızlanan nefesini tüketerek adeta vedalaştı, birdenbire dinginleşti.
Eli elimdeyken öylece uçuverdi.
Hep birlikte verdiğimiz tam üç yıllık savaşın sonunda yenilmiştik.
Yok; şöyle de denebilir.
Babamı 50'sinin başlarında, ablamı 40'larında kaybettikten sonra, şimdi de belki son anda yeniktik; ama tam üç yıl hemen her gün nice muharebeyi de kazanmıştık.
Belki o yüzden, alnından öptüğümde huzurla uyumuştu bile.
İnsan ağlıyor, ağlıyor; sonra "lüzumlu işlemler"i yapmaya başlıyor.
Bir tanesi de dün başlayan yazıyı devam ettirmek.
Muhtemelen aynı dozda olmayacak.

"Öteki Sezer" dediğim 2000-2003 dönemindeki üç önemli "demokratik" çıkıştan biri de, "büyük medya" karşısındaki tavrıydı.
Bakmayın bu dönemdeki medya muhabbetine, o dönem eli ayağına dili duayenliğine dolaşmış kimi büyük yazarın şimdi "Saygın adam" diye andığına;
"Büyük medya kuşatması" daha Anayasa Mahkemesi Başkanı iken başlamıştı.
Bilhassa Hüsamettin Özkan, medya siparişi kanunun başına bir hal gelmemesi için, kuşatmada ileri karakol kurmuştu.
Sonra, hukukçu iken kulak asmayan Sezer, Çankaya'da da bu kuşatmanın şımarıklığı karşısında hem şaşırdı, hem yılmadı.
Bin bir büyük medya randevu talebini kabul etmedi. Bunları ben biliyorum da, randevu isteyenler de bilir.
Bugün uğurladığımız Şakir Süter ile Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'ndaydık.
Cumhurbaşkanı'nı ziyaretlerde, Hürriyet, Sabah ve benim de çalıştığım Milliyet gibi büyüklerin kuşatmasına rağmen, "demokratik ilkeler"e aykırı RTÜK ve basın kanunlarını veto etmekteki kararlılığını gördük.
Bunların gerekçesini özel olarak da duydum.
Bugünün "laik, cumhuriyetçi medya"sı, unuttunuz mu, ne yapmıştı o zaman?
Sezer'i vurmak için, perdelerini didiklemeye, yolsuzluk havası yaratmaya kadar "araştırmacı gazetecilik"!
Tehditçi veya şantajcı da denebilir mi, bilmiyorum.
Sezer hükümetin kabul edip pişirdiği büyük medya siparişini reddetti.
O sırada, bugünün nice "Cumhuriyetçi" ve nice "demokrat" yazarı, yöneticisi, kuşatmaya katılmadığında dahi, o saldırıları sinmiş bir ittifak üyesi olarak izliyor, ama bir kelime bir şey diyemiyordu.
"Sonraki Sezer"e bugün yüklenenler ise, Gül ve arkadaşları da, çok sayıda gazeteci de, o Sezer'i demokrasi adına alkışlıyordu.
Bana gelince; yazılmayacak şeyleri yazdığım için sonradan kovuldum.
Ne paralel tarihmiş!
"Kovulmam"
da bardağı taşıran olay, Sezer'in üçüncü önemli "demokratik tepkisi" idi.
Bildiğiniz "Anayasa kitapçığı fırlatma" günü: Aslında zaten varolan ama medya marifetiyle gizlenen ekonomik krizin patlaması.
Cılk yolsuzluk ve kayırma ile utanç verici medya sansürü döneminde, Cumhurbaşkanı denetim imkanını çalıştırmış, hükümetin suratına yolsuzlukları çarpmak istemişti.
Aslında Meclis'in, muhalefetin, yargının, medyanın da yapması gereken iş.
O gün "Büyük medya", hükümetle birlikte yazdıkları masalı "haber, hakikat" diye pazarlamaya başladı.
Çok gazete ile TV kanalı, kanka hükümeti kayırıp Sezer'i hırpalamakta kararlıydı.
Bugün Sezer'i eleştiren iktidar ekibi ile onlara yakın medya hariç. Roller tersti yani.
Ben de, aslında otosansürlü bir kanalda canlı yayına çıkıp hakikatin o masaldaki gibi olmadığını anlattım.
Bir ertesi gün kovulduğumda Fehmi Koru, "Medyaya konuşmayan Sezer'in konuştuğu tek gazeteci" diye yazmıştı.
Bunu kendim şu güne kadar asla öyle söylemedim.
Zaten öyle demezdim de.
Çünkü kendisi beni evimden aradığı, kovulduğumda da arayıp çok içten destek verdiği halde, ben bir kez bile kendisini "evinden" aramamıştım.
Sonraki dönem ise zaten farklıdır.
Bir daha konuşamadık. Muhtemelen hassasiyetlerimiz ve önceliklerimiz o kadar aynı değildi artık.
Herkesin, hepimizin bir öteki hali de vardı.


Bunları Şakir iyi biliyordu. Tanıktı. Annem de biraz bilirdi.
Onları da uğurluyoruz işte.
Bana biraz izin verirsiniz değil mi?