Giderek daha belirgin hale gelen bir gerçek var. Türkiye'nin dış politikasının en yakıcı mevzuları aynı zamanda Türk iç politikasının en yakıcı konularıyla yakından bağlantılı. İç politikasında sorunlarını çözemeyen,
yakın tarihine soğukkanlılıkla bakmayı beceremeyen bir Türkiye dış politikada sürekli ikilemler yaşamaya mahkum.
Her sıkıştığında Türkiye stratejik önemini gündeme getirerek kendi tezlerini zayıflatıyor.
Zaaflarının başkaları tarafından kendisine karşı koz olarak kullanılmasının önünü açıyor. Ermeni tasarıları meselesinde olan da özetle budur.
Bu felçlilik halinin önemli boyutlarından biri, kamuoyunun bugüne kadarki yönlendirilme şekli. Türkiye'de yaşayan insanların kendisini nasıl gördüğüyle, nasıl olduğu arasında ciddi fark var. Örneğin toplum
hoşgörülü olmayı özelliklerinden biri diye görmesine ve sevmesine rağmen tüm kamuoyu yoklamaları
durumun hiç de böyle çıkmadığını gösteriyor.
'Etnik temizlik' diyorlar Bugünlerde devletin resmi tarih kurumunun başkanı düpedüz
ırkçı kategorilerle konuşup, ellerinde etnik kökene dair listeler bulunduğunu açıklayabiliyor. Bazı vatandaşların "maalesef" Ermeni kökenli olduklarını söyleyebiliyor. Bunun faşist, soykırımcı çağrışımlarının ya farkında değil ya da umursamıyor. İçeride
ırkçı söylemlerin, en bayağı antisemitizmin yaygınlaşabildiği
bir ülkenin de dışarıya Ermeni meselesinde kendi tezlerini kabul ettirebilmesi mümkün olamıyor.
Amerikan Yahudi derneklerinden ADL'nin (İftirayla Mücadele Birliği) başkanının Ermenilerin Osmanlı döneminde maruz kaldığı "katliam ve zulmü", "soykırım" olarak değerlendirme kararının bağlamlarından biri bu. Osmanlı Ermenilerinin 1915'ten sonra yaşadıklarını dünyanın dört köşesinde
en hafifinden etnik temizlik olarak görenler dünya kamuoyunun çoğunluğunu oluşturuyor.
Türkiye veya Türklere garezi olmayan ciddi bilim insanlarının makale ve kitaplarında da benzer yaklaşım hakim. Durumun böyle şekillenmesinde soykırım kavramının ve sözcüğünün günümüzde çok daha sık ve kolay kullanılmasının da etkisi var. Ancak belli ki bugüne dek sürdürülen
resmi politikalar Türkiye'nin tezlerinin kabul görmesini sağlamakta yetersiz kalmış. Ermeni meselesinde Türkiye dünya kamuoyu indindeki maçı kaybetmiş durumda.
Sınırı açmamanın bedeli ADL üyelerinin de çoğunlukla bu kanıda olduğuna şüphe yok. Nitekim son olayın patlamasına yol açan gelişmeler de ADL'nin bir bölgesel şubesinin soykırım tanımlamasını benimsemesiyle başladı. Şube başkanı görevden alındıktan sonra kıyamet kopunca ulusal örgüt başkanı Ermenilerin başına gelenleri soykırım olarak tanıyacaklarını, ancak
yasa haline gelmesine karşı çıkacaklarını beyan etti. Daha sonra İsrail Cumhurbaşkanı'nın da baskısıyla hafiften çark etti ya da eder gibi yaptı.
ABD Kongresi en geç gelecek yıl Ermeni
soykırım tasarısını kabul edebilir. Bunu yaparken yegane kaygısı iç politika olacaktır. Başkanlık seçiminin yapılacağı bir yılda Ermenilerin yoğun ve güçlü olduğu Kaliforniya'dan seçilmiş Temsilciler Meclisi Başkanı, kendisini tasarıyı geçirmek zorunda hissedecektir. Türkiye'nin bu konuda yapabilecekleri sınırlıdır. Bush'un tasarının geçmesini önlemesi ancak Amerikan askerlerinin hayatının tehlikeye atılacağına Kongre'yi ikna etmesiyle mümkündür.
Sonuçta Türkiye, ABD iç siyasetindeki bir oyunun parçası haline gelmiştir. Yıllardır surdürülen politika iflas etmiş,
Ermenistan ile sınırı açmamanın bedeli artık ortaya çıkmış sayılır. Türkiye kendisini bu prangadan ve şantaja açık durumdan kurtarmak zorundadır.
Yayın tarihi: 26 Ağustos 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/26//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.