Siyaset biliminde sürekli gündeme gelen uluslararası literatüre mal olmuş bazı önermeler vardır. Bunların en önemlilerinden biri 19. yüzyılın sonlarında İngiliz tarihçi Lord Acton'un Piskopos Mandell Creighton'a gönderdiği mektupta iktidarla ilgili yazdıklarıdır. Lord Acton "iktidar yozlaştırmaya eğilimlidir,
mutlak güç ise mutlak surette yozlaştırır " tespitinde bulunur.
Benzer bir önerme 18. yüzyılın Britanya Başbakanlarından William Pitt tarafından da yapılmıştır. Pitt "
sınırsız iktidar buna sahip olanları baştan çıkarmaya meyillidir " demişti. Osmanlı'dan kalan "mağrur olma padişahım senden büyük Allah var" uyarısını da bu çerçevede iktidarın baştan çıkarıcılığına karşı güçlü bir refleks diye görmek gerekir.
Buradaki iktidar genelde siyasi iktidar olarak anlaşılsa da, etkileri her alanda görülür. İktidarın muktedir olanlar üzerinde
efsunlandırıcı bir etkisi vardır. Bir siyasetçi kadar, bir okul müdürü, gazetedeki köşe yazarı, ya da bir dernek başkanı kendi iktidar alanlarında benzer bir yozlaşma sergileyebilir. Gene iktidar meselesine kafa yoranlar bilir ki iktidar
kendisini kontrol etmeyi bilmeyenler açısından aslında tam bir
tuzaktır . Kişi iktidarın sarhoşluğuna kapıldığında yani bir anlamda onun kontrolüne geçtiğinde kendi düşüşünün zeminini de hazırlamış demektir.
Demokratik bir ülkede Başbakan'ın yazdıklarından hoşlanmadığı bir
gazetecinin çekip başka yere gitmesini önermesi kabul edilebilecek bir davranış değildir. Aslında demokratik ülkelerde başbakanların karikatüristlere savaş açmaları da görülecek şeylerden değildir. Bu tavrın genelde fazla protesto edilmeden geçiştirilmesi de. Son olayda kıvılcımların parlamasına asıl neden olan boyut, tarafların ikisinin de kendi alanlarında muktedir olmalarıdır zaten.
Kredisini çarçur etti Bu tatsızlığın Türkiye siyasetinde ve hatta dış ilişkilerinde ciddi izdüşümleri olacaktır. Öncelikle her seviyede
Türkiye'deki demokrasi kültürünün derinliği tartışmaya bir kez daha açılmıştır. Taraflardan biri ülke seçmeninin yarısını "
göbeğini kaşıyan adam " tiplemesiyle en hafifinden istiskal eden, kendisi gibi düşünmeyenleri
çeşitli sıfatlarla aşağılayan bir gazetecidir . Diğeri ise toplumun tümünü kucalayacağı taahhüdünde bulunmuş olan ülkenin seçilmiş başbakanıdır. Ve Başbakan kendisinden hoşlanmayanları ya da muhaliflerini ülkeden gitmeye davet etmiştir.
2007 seçimleri Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından bir dönüm noktası olarak tanımlandı. Doktriner olmayan yorumcular dış kamuoyundaki saçmalıklara ve kolaycı tanımlamalara karşı demokrasi ve iktidar mücadeleleri perspektifinden analizler sundu. Seçimin gerek Türkiye, gerek dünya siyasetindeki tarihi önemi vurgulandı. Bu açılardan da seçim sonrasında Türkiye kadar Batılı müttefiklerine düşen
sorumlulukların altı çizildi . İçeride otoriter, tehditkar ve korku siyasetinden medet umanlara meydan boş bırakılmadı.
Tüm bu çabaların da bir sonucu olarak gerek iç, gerekse dış kamuoyunda
AKP iktidarının ikinci dönemi hayli güçlü bir destek buldu . Başbakan Erdoğan ve arkadaşlarına cömert bir kredi açıldı. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığının yumuşak sayılacak bir seyirle sonuca bağlanacak olması da bu sürecin bir parçasıydı. AKP kadrolarından beklenen, ülkedeki
demokrasi talebine uygun açılımları bir an önce başlatmalarıydı.
Başbakan'ın beyanı ve bu beyanın ifade özgürlüğü konusunda yansıttığı tavır bu nedenle çok talihsizdir. Böylesine önemli bir
siyasi kredinin nerdeyse çarçur edilmesi her şey bir yana siyasi akılla bağdaştırılabilecek bir davranış değildir.
Yayın tarihi: 23 Ağustos 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/23//haber,7CE567B98E1C454BBB50A03F1429B3EE.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.