Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adaylığını açıklamasıyla yaklaşık dört aylık bir krizin ardından Türkiye siyasette yeni bir kavşağa geldi. 27 Nisan muhtırasıyla engellenmeye çalışılan sonuca varıldığına göre
bu dört ayı yaşamak şart mıydı diye sorulabilir. Ülkeye yaşattığı sıkıntılara, bu dört aylık sürede demokrasi açısından ortaya çıkan ciddi risklere rağmen
olan biteni tamamen olumsuz değerlendirmemek gerekir.
AKP açısından Abdullah Gül'ün adaylığı hafife alınmayacak bir adım. Parti bu adımla Türkiye'deki demokratik sistemin kurumsal işleyişi ve kuralları üzerinde yazılı olmayan
şart ve engelleri dikkate almayacağı mesajını verdi. Çok özel olarak Hayrünnisa Gül'ün
başörtüsünün, eşinin cuhurbaşkanlığı önünde bir
engel teşkil etmesine razı olmayacağını açıkça belirtti. Zor da olsa Türkiye semboller savaşındaki bu yeni durumla yaşamayı becerecektir.
AKP'nin iddiası bu kararda TSK'ya yönelik bir
hodri meydan anlayışından çok, siyasetin normalleşmesine yönelik bir tavrın söz konusu olduğudur. Yani bu yapılanın, siyasetin vesayet şartlarında sürdürülmemesi gerektiğine yönelik
bir açılım diye anlaşılması gerekir. En azından Abdulah Gül, Başbakan'ı ve partisini bu yönde davranmaya ikna etmiştir veya zorlamıştır.
Ana muhalefet aslında MHP Ne yönden bakarsanız bakın böylesi bir gelişme, Türkiye demokrasi ile yönetilecekse, hayırlıdır. Bundan sonrasında sorumluluk siyasette ve siyasetçilerde olacaktır. Bu bağlamda
CHP'nin hâlâ siyaseti dışlayarak ve
siyaset alanı dışında muhalefet yapmaya çalışması bu partinin yaşananlardan hiçbir ders almadığının yeni bir işaretidir.
Bu nedenle de eriyecektir. Zaten fiilen ana muhalefet görevi MHP tarafından yapılacaktır.
TSK, 28 Şubat ve 27 Nisan'daki müdahaleleriyle siyasetin kendi dinamiklerine göre ilerlemesini engelleyememiştir. Ancak kabul etmek gerekir ki müdahalelerin birincisi,
Türkiye'deki İslamcı hareketin demokratik ve Batılı bir yönde açılarak kırılmasına, ikincisi ise AKP grubunun kompozisyonunun değişmesine yol açmıştır. Bundan sonrasında TSK'nın kurumsal gücü ve prestiji açısından sağlıklı yaklaşım siyasetin tarafı olarak hareket etmemek ve toplum mühendisliğine son vermektir. Toplum laikliği, hukuk devletini, demokrasiyi kendi kaynaklarıyla korumalıdır.
AKP ve Gül, bu adımı atarak kendi açılarından hata yapma marjlarını da ciddi şekilde kısıtlamış sayılırlar. Gerek iç kamuoyu, gerekse dış kamuoyu attıkları adımları sürekli projektör altında tutacaktır. Bunun da ötesinde
Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında kaçınılmaz olarak
bir iktidar alanı mücadelesi de yaşanacaktır. Bunu da sağlıklı bir gelişme olarak değerlendirmek gerekir.
Gül, siyasi hayattaki siciline bakıldığında
pasif bir cumhurbaşkanı olamayacaktır. Önümüzdeki dönemin uluslararası konjonktürü, Türkiye açısından hayli zorludur. Gül'ün başbakanlık ve dışişleri bakanlığı tecrübesinin, o makamlarda kurduğu ilişkilerin önemi giderek ön plana çıkacaktır. Dış politika ve güvenlik konularının gündemin en üstlerine yerleşeceği bir konjonktürde de
Cumhurbaşkanlığı ile TSK arasında bir güvensizlik yaşanmamasına da herhalde özen gösterecektir.
İçeride ise Gül, selefi
Sezer'in aksine toplumuyla daha yakın ve sıcak bir ilişki geliştirmeli, ulusal veya uluslararası kriz anlarında kamuoyunu rahatlatmaya çalışan profil edinmelidir. Bunu becerebilmesi açısından içinden geldiği siyasi harekete ve partisine ne ölçüde mesafe alabileceği önem taşıyacaktır.
Yeni başlayan
bu dönemi iyi yönetebildiği taktirde Türkiye dünya siyasetinde gerçek anlamıyla benzersiz bir örnek olacaktır.
Yayın tarihi: 16 Ağustos 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/16//haber,C7AEFB4968914C1B91292F84628D5186.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.