kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 6 Ağustos 2007, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ÜLKÜ TAMER

Okumak ve Adnan Özyalçıner üstüne

"Kitap okumayı çok pasif bir eylem olarak görüyorum... Bir ara denedim. Zahmetli bir olduğunu anlayınca vazgeçtim... İhtiyaç duymuyorum... Nasıl kitap okunur, önce hangi kitaplardan başlanır gibi sorulara yanıt bulamadığım için okuyamıyorum... Kitap lafı bile feci bunaltıyor beni..."
Bu sözleri, daha doğrusu yanıtları, Orhan Tüleylioğlu'nun "Okumak mı, o da ne?.." kitabından aldım. Onun kaynağı da, beş yüz öğrenci arasında yapılan bir soruşturma.
Bunlar yine içten yanıtlar. Bir de okumayı sevdiklerini, edebiyata meraklı olduklarını söyleyenler var. Bilgi yarışmalarında görüyoruz. Yaşar Kemal denilince bile uzun uzun düşünmeden edemiyorlar. Bu ad bir yerden kulaklarında kalmış... Eh, soruları hazırlayanlar da Yerma'nın, Bernardo Alba'nın Evi'nin yazarına Ionesco dediklerine göre, tablo tamamlanıyor.
Tüleylioğlu bazı yazarlara "Niçin okumuyoruz?" diye sormuş. Üstün Akmen, Erendüz Atasü, Demirtaş Ceyhun, Muzaffer İlhan Erdost, Remzi İnanç gibi yazarlar neden okumadığımızı açıklamaya çalışıyorlar.
Bana sorarsanız, okuyoruz.
Şiir kitaplarını düşünün. Bizde bir şairin ilk kitabı genellikle 1000 basılıyor. İngiltere gibi bir ülkede W.H. Auden gibi ünlü bir şairin kitabının baskı sayısı 2000. Üstelik İngiltere dışında, Türkiye'de bile satılıyor bu kitaplar.
Yaşar Kemal'in, Orhan Pamuk'un okur yelpazesi, birçok Batılı yayıncının bile dudaklarını uçuklatır.
Bizdeki sanat dergilerinin, edebiyat dergilerinin satışları, başka birçok ülkedeki örneklerinden daha yüksek.
Ya yayımlanan kitap sayısı? Her ay yüzlerce kitap yayımlanıyor. Bunların her biri, ama az ama çok, belirli sayıda okura ulaşıyor.
Üstelik nasıl bir ortamda? Televizyonlarda kültür programlarına hasret kaldığımız bir ortamda. Düzeyi sürekli düşüren amansız bir yarışma ortamında. Bu yazının başındaki yanıtları yaratan bir eğitim düzeni (ya da düzensizliği) ortamında. Köşeyi dönmek uğruna her şeyin "mubah" sayıldığı bir ortamda. Aydın olmanın küçümsendiği, hor görüldüğü bir ortamda.
Böyle bir ortamda, aslında "Neden okumuyoruz?" diye değil, "Neden okuyoruz?" diye, "Nasıl oluyor da hala okumayı becerebiliyoruz?" diye sormak gerekir.
Kimi yazarlar kolay okunuyor, kimi yazarlar da okurdan çaba istiyor. O çabayı gösterip de okuduğunuzun tadına varmaya başlarsanız, yazarının tiryakisi olursunuz.
Adnan Özyalçıner o yazarlardan biri.Sanırım 1950'lerin sonlarıydı. Adnan, Kemal (Özer), ben Atlas Sineması'nda Fellini'nin Sonsuz Sokaklar'ını (La Strada) seyretmiş, çarpılmıştık. Aksaray'daki kahveye gidinceye kadar filmi konuştuk. Hiç unutmuyorum, neredeyse kelimesi kelimesine aklımda, Adnan, "Yahu," dedi, "müthiş! Herif ölmeden önce saatine bakıyor."
Anthony Quinn'in Richard Basehart'ı öldürdüğü sahne. Filmi daha sonra görüşümde fark ettim, Basehart ölmeden önce gerçekten de saatine bakıyordu belli belirsiz.
Ayrıntıları kaçırmayan bir gözü vardı Adnan'ın.
İyi bir yazar dünyasını ayrıntılarla kurar bence. Adnan'da bu temel özellik hep vardı.
Bu özelliği, onun toplumcu öykülerini başka birçok yazarın toplumcu öykülerinden farklı kılıyor.
Ayrıcalıklar (Orhan Kemal gibi, Yaşar Kemal gibi sanatçılar) bir yana, "toplumcu yazar" denilince, incelikleri hiç önemsemeden her şeyi en kalın çizgileriyle "takır tukur" anlatanlar geliyor aklımıza. Bunu toplumcu edebiyatın gereği gibi görüyoruz sanki. Çelişkiler mitinglerde nutuk atılır gibi ortaya konmalı, sorunlar kahve sohbetleri diliyle sergilenmeli... Dünya edebiyatının toplumcu dev yazarlarını da görmezden geliyor gibiyiz.
Adnan hiçbir zaman bu eğilimde olmadı. Çelişkileri araştırdı, sorunları kurcaladı, insanı anlattı. Ama bunu yaparken kendi özgün dilini yarattı. Sanatçı olduğunu hiç unutmadı.
Eğlenceli bir dizgi yanlışı olayıyla bitireyim:
Adnan'ın çiçeği burnunda bir öykücü olduğu günler... Yazdığı bir öyküyü küçük bir dergiye vermiş. Öykünün adını unuttum. Belki Adnan bile unutmuştur. Upuzun bir ad. "Ahmakıslatan, Duraktaki Genç Kız, Kuyruk Sallayan Köpek ve Şemsiyeli Delikanlı" gibi bir şey. Adnan dergiyi eline alınca şaşkınlıktan kalakalmıştı. Yer darlığı yüzünden, dizgici öykünün başlığını kısaltıvermişti: "Ahmakıslatan ve Şürekası".