Bir siyasetsiz siyasetçi profili olarak Deniz Baykal
Yenilginin, başarısızlığın insani izleri ruhunun üstünden kirli bir su gibi akıp gidiyor. Çünkü sadece gelmeyi bilen, ama gitmeyi bilmeyen bir Deniz o. Hâlâ kendisi himmete muhtaç Demirel'den sufle alıyor.....
Deniz Baykal için, 'vizyon sahibi', 'ilkeli', 'uzlaştırıcı' gibi sıfatlar kullansam, galiba oyunu CHP'ye verenler bile şaşırır. Peki; 'hırçın', 'kavgacı', 'hizipçi', 'yenilgiye doymayan', 'donmuş bir fresk' gibi desem... Muhtemelen bunların hepsi kafanızdaki Baykal imajına bir yerlerden dokunur. Tam bu anda merakım mucip soruyu soruyorum: Ey aziz kardeşim aziz! İnsan bu kadar negatif sıfatı yıllardır taşımaktan hiç yorulmaz mı? 40 yıllık siyaset hayatında bu sıfatları taşırken, detoksa uğramış cilt ve bayrak direği gibi bir gövdeyle dimdik dolaşmak nasıl mümkün oluyor? İnsan bunun için nasıl bir steril ruha sahip olmalı? Müzmin muhalif olarak partide, Ecevit, İnönü, Hikmet Çetin karşısında defalarca yenilgiye uğrayıp ama hiç yılmamanın, iktidarsızlık durumunu aynı 'aşkla' sürdürebilmenin bir sırrı olmalı. Mercidabık Meydan Muharebesi'ne çevirdiği CHP'de Ertuğrul Günay, Hikmet Çetin, Fikri Sağlar, Celal Doğan gibi bir sürü ismi partinin kapısına koyduktan sonra bir şey olmamış gibi davranabilmenin sırrı olmalı.
BUNUN SIRRI NE?
Bu sorunun yanıtını bir söyleşide şöyle ifşa ediyor: "İnsan olarak, dışarıdan bakınca güç anlar yaşadım. Parti içi mücadelede haklı olduğuma, bazı şeylerin gereğine inanıyordum, başaramıyordum. Ofsaytlar görülmüyordu, ama oyunu oynuyorduk. Oyun bitiyordu ve biz istediğimizi elde edememiş oluyorduk. Ben, 'Bu iş bitmiştir!' diye gidiyordum, çekiyordum telefonu, kafamı vurup rahatça uyuyordum. Bu, hep böyle oldu. Birlikte mücadele ettiğimiz insanlar mutsuz oluyor, günlerce ağızlarını bıçak açmıyordu. Bana bir şey olmuyordu." Evet, ona gerçekten bir şey olmuyor. Yenilginin insani yanı, tüm başarısızlık ruhunun üstünden kirli bir su gibi akıp gidiyor. "Kafasını vurup, uyuyabiliyor." Çünkü o med'i olan, ama cezir'i bilmeyen bir Deniz...
DÖNDÜKÇE EKSİLDİ
Rahmetli Turan Güneş'in referansıyla ve 'genç dâhi' rütbesiyle girdiği siyasette, yıldızı hızla parladı. Maliye ve Enerji Bakanlığı yaptı. Ama yakamozları çabuk kayboldu. Parlak beyin profilinden hızla dışarı düşmeye başladı. Dışarı düştükçe, tüm kifayetsiz muhterisler gibi hırsı keskin bir Bursa bıçağı oldu. Parti içi kronik muhalefet.. Hizip sözcüğünün sözlüklere girişi.. Yenilgi ve tasfiyelerle süren bir siyasi tarih.. Sürekli kendi üstüne kapanan, kapandıkça küçülen bir çember.. Sorunlara ciddi açılımlar getirmek yerine içi doldurulmamış kavramları renkli baloncuklar gibi ortalığa bırakıp, siyaset yapıyormuş edasıyla dolanmak.. Çok seveceği moda deyimle 'özde değil sözde sosyal demokrat' bir siyasetçi olarak ortalıkta arz-ı endam etmek.. Bir gecede nedenlerini ve nasıllarını açıklamadan Ricky Martin gösterisiyle Tony Blair kulvarına geçti. O kesmedi, yine bir gecede bir toz misali İngiltere'den Anadolu'ya savruldu ve 'Anadolu Solu'nu keşfetti. Ancak nefesi Edebali'ye kadar gelmeye yetti. Semah'ı yanlış anladı ve sürekli döndü. Döndükçe küçüldü, daraldı, döndükçe çürüdü. Demokratları, solcuları partiden uzaklaştırdı. "Dön baba dön/döndükçe eksildik Pir'im..!" Sürekli korku tacirliği yaptı. 367 kararına destek vererek Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasını engelledi. Ordu e-muhtırasına gönülden destek verdi. Şeriat korkusuyla oy patlaması yapacağını umut etti. Sonra 'bölünme korkusuna' el attı. Özgürlükleri engelleyen 301. maddeye destek vererek, ırkçımilliyetçi söylemlerle oy alma yarışına girdi. Ve iş, merkez sağın son kullanım tarihi geçmiş isimlerinden ve MHP'den medet ummaya kadar geldi. İşin ilginç yanı o, MHP'ye yaklaştıkça CHP'nin sözde solculuğunu hatırlatmak Tuğrul Türkeş'e düştü. Türkeş "Milliyetçiliği, vücuttaki apandisitmiş gibi gören CHP ile uzlaşmak bize yakışmaz," dedi. "Milliyetçilik, bu toplumun çimentosudur," diyerek, bu anlayışa sahip dünyanın ilk sosyal demokrat partisinin başkanı unvanını eline geçirdi. DTP'li adayları, PKK'nın uzantısı olarak tanımlayarak "Milliyetçiliğin borusunu en uzun kim çalacak?" yarışına girişti. Baykal, belki de aslına rücu edip partisinin genlerine dönerek 'Küçük Recep Peker' gibi davranırken, Tayyip Erdoğan, DTP'yi Bulgaristan Türklerinin HÖH'si gibi olabilecek bir parti ihtimalini dışlamadan ve bu çizgiye yaklaştığı ölçüde işbirliğinin de mümkün olacağını ifade eden bir yaklaşım gösterdi. Ve sonuçta milliyetçi-ulusalcı ajitasyonun işe yaramadığı ortaya çıktı. Diyarbakır'daki 1.9'luk dip durumu kanıtı... DP ile MHP arasında bir yere sığınma telaşı... 'Bir bileni' ise Demirel oldu. İnsanın, 'Şeriata karşı mücadelede' kılavuzu, siyasi hayatını imam hatipleri çoğaltmakla ve solu ezmekle geçirmiş Demirel olunca, burnu kötü kokudan kurtulamıyor tabii ki... Seçim sonunda iki gün ortadan kayboldu. Büyük ihtimalle eve gitti, telefonunun fişini çekti ve uyudu. Kirli sular yine ruhunun üzerinden akıp gitti. Ve "Deniz bitti!" diyenlere, "Ben Demirel'le konuştum, sakın ayrılma dedi," diye buyurdu. Biri artık Baykal'a trajedi ile komedi arasındaki farkı anlatmalı. Demirel ki 'kendisi muhtaç-ı himmet bir dede, kaldı ki gayriye himmet ede!' Hâlâ Demirel'den sufle alıyor. O zaman ben de Erbakan gibi yanıt vermek istiyorum. "Hadi oradan, hadi oradan...!"
Yayın tarihi: 29 Temmuz 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/07/29/pz/haber,7A2E93DBB3AB48E9B7E3B0BF1760C71D.html
Tüm hakları saklıdır.