Beş yıl önce yapılan seçimleri büyük depremlerden sonra gelen
tsunamilere benzetmek doğru olurdu. Türkiye'de 1980 rejimi tarafından kurulan yapı içten içe çürümüş, ülkenin ekonomik olarak dünyaya açılmasıyla harekete geçen toplumsal değişim giderek Türkiye'nin hayatına ağırlığını koymaya başlamıştı. Yerleşik iktidar yapıları sarsılıyor, ülkede elli yıl egemen olmuş sermaye birikimi modeli de iflas ediyordu. Ekonomik ve toplumsal değişimi anlamayan, anlamamakta ısrar eden dolayısıyla da buna uygun
siyaset üretemeyen yerleşik partiler ülkeyi krizden krize taşıyordu.
2001 ekonomik krizi tabuta son çiviyi çaktı. Siyasal ve ekonomik değişim olmadan bir yere gidilemeyeceği ortaya çıktı. Değişimin çerçevesini IMF ve AB programları çizdi. Denizin bittiğini gören Ecevit koalisyonu süreci başlattı. Ardından iktidara gelen 28 Şubat postmodern darbesi ardından esaslı bir kırılma yaşayan
İslamcı hareketin genç ve dışa açık kanadı uygulanacak programın aktörü olarak ortaya çıktı. AKP, çıkarları aynı hatta bazen benzer dahi olmayan, yükselen Anadolu sermayesinin, şehir çeperlerindeki nüfusun, sistemden sıtkı sıyrılmış olanların beklentilerini siyasete taşıdı.
Toplumsal koalisyon AKP'nin iktidara gelmesi Türkiye'de sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda başlamış iktidar kaymasının siyasal alana da yansıması anlamına geliyordu. AKP tıpkı 1950 yılında DP örneğinde görüldüğü gibi siyasette yeni bir mevzilenme anlamına gelen
geniş bir toplumsal koalisyonun temsilcisi oldu. Beş yıllık iktidar sonucunda gene tıpkı DP örneğinde görüldüğü gibi ülkenin her yöresinden destek alan ulusal bir parti haline gelerek
yeniden mevzilenmeyi konsolide etti. Bunu başarabilmesi karşısında bir iktidarın arzulayabileceği en iyi muhalefeti yani CHP'yi bulmasının da büyük payı vardı.
AKP'nin yükselişinde Türkiye'deki derin dönüşümün etkisi büyüktü. Parti ülkedeki yeni sosyolojiyi anladığı gibi birbirinden
farklı çıkarlara da hitap edecek politika ve söylemlere sahipti. Bundan dolayı CHP'nin ve destekçilerinin yaptığı gibi ilk yükselişi de şimdiki başarıyı da yalnızca laiklik çerçevesinde anlamak meseleyi anlamamak olacaktır.
Askeri vesayetli demokrasi Seçimde belli ki bir yandan ekonominin performansından memnun olanlar, bir yandan askeri vesayet altında demokrasi istemeyenler AKP'ye yeniden ve daha güçlü iktidar verdi. Güneydoğu'da AKP'nin DTP'yi bazı yerlerde ezerek geçmesi Türk siyaseti açısından
muazzam bir demokratikleşme fırsatı ve meydan okumayı gündeme getirdi. Ayrıca Kürtlerin normalleşmek istediği, tek temsilcilerinin DTP olmadığı ve bu partinin mesajı doğru algılaması gerektiği ortaya çıktı.
Bu bağlamda siyaseten AKP'nin gerçekten sivil bir anayasa yapmaya çalışıp çalışmayacağı, çoktandır boşladığı demokratikleşme ve
hukukun üstünlüğü hedefine dönüp dönmeyeceği büyük önem taşıyor. AKP'nin bu zaferinden sonra bile, önündeki yegane gerçekçi seçenek de siyaseti açmak oluyor.
Erken seçimlere Türkiye, Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı olarak görmek istemeyenlerin zorlamasıyla gitti. İktidar partisinin o süreçteki hataları ne olursa olsun yapılan kabul edilemeyecek bir fauldü. Ancak Türkiye demokratik sistemden de vazgeçemediğinden
millet konuya taraf haline geldi. Muhtıraya cevap seçimde AKP zaferi olarak şekillendi. Gül de yeniden aday olacağının işaretini verdi.
Gül aday olduğu taktirde seçilecektir. Ne MHP ne de CHP yeni bir seçimi zorlama lüksüne sahip değiller. Bir darbenin ise meşruiyet zemini yoktur. Siyasiler bu
gerçekler çerçevesinde işini yapmak zorundadır.
Yayın tarihi: 26 Temmuz 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/07/26//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.