İstanbul son bir ayda epey uluslararası randevuya ev sahipliği yaptı: Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü zirvesi, OECD İstatistik Forumu, Dünya Odalar Kongresi gibi. Ancak bize göre bunca etkinliğin en anlamlısı bugün başlayan "En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansı" olacak: Dünyanın en yoksul 50 ülkesini ağırlıyoruz.
Neden en anlamlısı? Çünkü Türkiye "Küreselleşme ve Kalkınma" konulu bu konferansı düzenlemekle ilgi alanını ya da ufkunu Avrupa, Ortadoğu ve Avrasya ile sınırlı çevresinden çıkarıp dünyaya açılıyor. Ya da konferansa katılmaktan büyük heyecan duyan BM Kalkınma Programı Başkanı
Kemal Derviş'in ifadesiyle, Türkiye bu girişimiyle artık "Küresel sorumluluk" üstlendiğini, gezegenin önemli aktörleri arasına girmekte olduğunu duyuruyor. BM Ekonomik ve Sosyal Konsey tarafından 1971'den bu yana belirlenen ve 3 yılda bir gözden geçirilen "En Az Gelişmişler" listesinde 50 ülke yer alıyor. 34'ü Afrika'dan, diğerleri Asya ve Okyanusya'dan.
Bir ülkenin bu gruba girip girmediğini belirlemek için üç kritere göre değerlendirme yapılıyor:
1-
Kişi başına düşen milli gelirin 900 doların altında olması. (Aslında 50 ülkenin en az yarısında milli gelir 200 dolar civarında.)
2-
İnsan kaynaklarının yetersizliği. (Ortalama yaşam süresi, okullaşma oranı, bebek ölümleri, 100 bin kişiye düşen doktor sayısı gibi verilerle ölçülüyor.)
3-
Ekonominin dış şoklara karşı kırılganlığı. ("Dış şoklar" kavramıyla, o ülkenin ihraç ürünleri fiyatının aniden düşmesi veya ithal ürünlerinin birden pahalanması, iklim değişikliği veya doğal afetlerin ekonomiye etkisi gibi faktörler kastediliyor.)
Bu üç veriden herhangi birinde iyi not alan ülke listeden çıkarılıyor. Örneğin Senegal gruba yeni katıldı; 7 yıl önce. Maldiv Adaları için ise İstanbul veda toplantısı olacak; çünkü biraz iyileşti, uğurlanmak üzere.
Giderek daha da yoksul Sözünü ettiğimiz 50 ülke küreselleşmenin en zayıf halkasını oluşturuyor. Hatta küreselleşme sürecinin dışında kaldıkları bile söylenebilir: Düşünün dünya nüfusunun yüzde 11'ini (650 milyon kişi) meydana getiriyorlar ama dünya ticaretindeki payları yalnızca yüzde 0.42!
Hem de onca borç silmeye (Son olarak 2 yıl önce Güney Sahra ülkelerinin 50 milyar dolar borcu bağışlandı), zenginlerin desteğine (yıllık yardımlar 25 milyar dolara ulaştı), dünya pazarlarına açılmada onlara önceliğin önceliği tanınmasına (Örneğin AB pazarına sıfır gümrükle girebiliyorlar) rağmen.
Ama bunca kolaylık ve destek onları yoksulluktan kurtaracağına, daha da dibe çekiyor. Çoğu 20-30 yıl öncesine göre daha yoksul. Neden?
Çünkü
zenginler arasıra borç silerek, arada bir ellerini cebe atarak vicdanlarını rahatlatıyor, gerisine karışmıyorlar. Oysa gerisinde, arka planda bu ülkelerin çoğunda bitmeyen çatışmalar, iç savaşlar var. Halkı kırıp geçiren AIDS, verem, sıtma var. Kaynakların yozlaşmış yönetimlerce yağmalanması var. Tüm bunların sonucu insan kaynaklarının gelişememesi, özel sektörün, dolayısıyla da istihdamın yaratılamaması var. Var oğlu var.
Bu ülkelere borç silmenin, kaynak aktarmanın yanı sıra iyi yönetişim götürülmedikçe, siyasi elitlerin hırsızlıkları önlenmedikçe (Çaldıklarını Batı bankalarına aktarıyorlar), "Dünyanın Lanetlileri"ni uçurumdan çıkarmak mümkün değil.
Dileriz, İstanbul konferansında sorunun bu yönü de ele alınır.
Ah, Türkiye bu toplantıda ayrıca BM Güvenlik Konseyi üyeliği için en yoksulların desteğini sağlamayı da umuyor. O kadarcık kulis olacak.
Yayın tarihi: 9 Temmuz 2007, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/07/09//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.