kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 5 Temmuz 2007, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ERDAL ŞAFAK

Olmak veya olmamak

Kıbrıs'ta bir süredir İsmail Kadare'nin İkinci Dünya Savaşı'nda Arnavutluk cephesinde ölmüş 3 bini aşkın İtalyan askerinin kemiklerinin vatana götürülmesi için toplu mezarlarda yapılan araştırmaları konu aldığı ünlü romanı "Ölü Ordunun Generali"ndekine benzer sahneler yaşanıyor.
Adanın iki tarafında da 502 Türk ve 1468 Rum'un gömülü olduğu toplu mezarlar BM'ye bağlı Otonom Kayıp Şahıslar Komitesi denetiminde açılıyor.
Arkeologlar mezarları kazıp kemikleri torbalara dolduruyor.
Sonra antropologlar analiz için laboratuvara götürüyor.
Ardından genetik uzmanları kayıp yakınlarının kan örnekleri ile kayıpların kemiklerinden alınan örnekleri karşılaştırıp kimlik belirliyor.
Açılan her mezarla iki tarafta da toplumsal belleğin kör kuyularına atılmış 30-40 yıllık acılar yeniden depreşiyor.
1963-1964 olaylarında Rumlar tarafından öldürülen Türkler...
1974 harekâtı günlerinde Türkler tarafından öldürülen Rumlar...
Bombalanan hastanede birlikte ölüp birlikte gömülen Türkler ve Rumlar...
Darbe günlerinde EOKA milislerinin öldürdüğü Makarios yanlısı Rumlar...
1960'larda Türk milislerin öldürdüğü Türkler...
Ne ölü, ne diri olanlar. Ailelerin bir gün sağ dönebilecekleri umuduyla bugüne kadar "Rahmet" ya da "Toprağı bol olsun" dilemeyi de, ruhlarına dua okumayı da reddettikleri kayıplar...
Bulunan her kafatası William Shakespeare'in başyapıtı Hamlet'teki diyalogu çağrıştırıyor:
- Kazdığın mezardan çıkarılacak adam kim?
- Adam değil efendim.
- Peki çıkarılacak kadın kim?
- Kadın da değil efendim.
- Eee, kim çıkarılacak?
- Sağlığında kadın olan biri efendim.

Faili meçhul katliamlar
Dilekkaya'da, Petrofan'da, Balıkesir'de, Atalassa'da, Karpaşa'da, Paralimni'de, Taşkent'te, Lakadamya'da, Tatlısu'da, Zigili'de açılan her mezar, tıpkı Ölü Ordunun Generali'nde olduğu gibi, adanın iki tarafını da geçmişiyle yüzleştiriyor. Her kalıntıyla 30-40 yıl boyunca gizli kalmış bir cinayet aydınlanıyor, günahlar deşiliyor:
"1964 sonbaharıydı. Bir gün karakoldan aradılar. Gittim. Polisler BM'den yetkililerin öldürülmüş Türkler'e ait çantalar getirdiklerini söylediler. Sonra Türkler'in cesetlerini bulup gömmemi istediler. Manzara korkunçtu: Bir karıkoca, 4 yaşındaki erkek, 6 yaşında kız çocuk ile bir nine vahşice öldürülmüştü."
"1974 Ağustos'uydu. 3 Kıbrıslı Türk, hepsi de kadın ve çocuk olan 18 Rum'u katledip topluca gömdüler. Kurbanların en küçüğü 10 aylık Yeryos Yannakis Yuannu'ydu."
Balıkesir'de 19 Kıbrıslı Rum'un toplu mezarı... Yerasa'da 83 Kıbrıslı Türk'ün toplu mezarı... Palloryotissa'da 10 Türk ve 20 Rum akıl hastasının toplu mezarı...
Mezarlarda Türk ve Rum arkeologlar birlikte çalışıyor. Biri "Kazılarda ilk insan bedenini bulduğumda sanki onu ben öldürmüşüm gibi duyguya kapılıp ağlamaya başladım. Artık bir kayıbı bulduğumda bir kişiyi daha hayata döndürdüm diye düşünüyorum Çünkü kayıplar ne ölüdür, ne de diri" diyor.
Bir diğeri "Kemiklerden çok o insanlara ait saat, tarak, ayna, haç, yüzük gibi kişisel eşyalardan etkileniyorum. Bir yüzüğe bakarsınız, içinde tarih vardır, diyelim ki 1974'ten 34 ay önce evlenmiştir. İçim sızlar" diye konuşuyor.
Kimlikleri belirlenen ilk 28 kayıbın kalıntıları önümüzdeki günlerde psikologlar eşliğinde ailelere teslim edilecek. 13'ü Türk, 15'i Rum.
Sonra? Hamlet'in dediği gibi "Sonrası sessizlik..."
Çünkü iki taraf da katillerini saklıyor, sonsuza kadar da saklayacak.