"Çalışma hayatına baktığımızda yeteneklerinin keşfedilmesini bekleyen birçok insan olduğunu görüyoruz. Onların ön plana çıkması için ne yapılması gerekiyor?" desem, ne cevap verirsiniz? İş hayatında da sanatta da aynı olgu kafaları kurcalıyor. İş, yetenek, kültür ilişkisini nasıl kuracağız? Değişmeyen bir gerçek var: Sen mesleğini taçlandırırsan, mesleğin de seni taçlandırıyor. Dünyanın her yerinde kötü koşullarda çalışmaya başlamış, ama yükseğe zıplamasını becermiş çok insan var. Çağımız artık profesyoneller çağı. Profesyoneller, kendini iyi yetiştirmeyi, sürekli değiştirmeyi bir meslek olarak seçmiş insanlar. İyi takımlar kurup, onları başarılı bir biçimde yöneten, takım oyununa inanan insanlar. Sistem, genç insanın içindeki yeteneği keşfedip, ortaya çıkarmasına yardımcı olmalıdır. Yetenekli olduğu dalda bilgi alabilmesi, kendisini geliştirmesi, bilgi ve deneyle zenginleşmesi için olanak tanınmalıdır. Büyük kurumlaşmış şirketler, zaten çalışanlarının eğitimi, iş hayatının yeniden organizasyonu, şirketin sürekli yeni, taze bir bakış elde etmesi için eğitime yatırım yapıyor. Sonuçta hepimiz aynı noktaya varıyoruz. Farkı yaratan insandır. Peki, farkı yaratacak insanı nasıl eğiteceğiz? Nasıl daha yaratıcı hale getireceğiz? Nasıl daha çok bilgi ve yaşam sevinciyle donatacağız? Ben çalışmalarımda zaman zaman bu soruların peşine takılıyorum. Çalıştığım ekiplerle bu sorunlarla ilgili araştırmalar yapıyorum. Dünyadaki metodolojileri birlikte inceleyip, bizim bünyemize uygun bir ortak akıl, bir ortak iletişim yönteminin arayışı içinde oluyoruz. Evet, insan farkı yaratacak, ama o farkı yaratacak düşünce biçimini nasıl yaratacağız? Bilinçaltını bilinçli bir yöntemle harekete geçirmenin, yaratıcı enerjiye dönüştürmenin, yaratıcılıkla baş başa yürümenin, işini eğlenerek yapmanın yolları neler? En kötü koşulları, başarısızlıkları, tökezlediğimiz anları bizi motive edecek sıçramalara nasıl dönüştürürüz? Hatalarımızın üniversitelerinden nasıl mezun oluruz? Yeteneğin önü engellerle doludur. Çocukluğumuzdan başlayarak hepimiz yasaklamalar, kısıtlamalar, örf, âdet, töreler ve modası geçmiş bakışlarla karşı karşıya kaldığımız için tabii ki bireyin yetenekleri prangaya vuruluyor çoğu zaman. Birey bu tehlikenin farkına vardığı yaştan başlayarak savunmaya geçer. Ama o zamana kadar sistem içine bir sürü çiviyi çoktan çakmıştır. Ve o çivileri teker teker nasıl söküp atacağın sorunuyla baş başa kalırsın. Dengesini ve varoluş biçimini kontrol altına alabilen, her koşulda yaratıcı ve muhalif bakışını ayakta tutabilen insanlar daha başarılı oluyor. İşimiz, yaşama biçimimiz değildir ve olmamalıdır. Özgün bir yaşama biçimi, anlayış, hayat felsefesi oluşturmalıyız. Yaptığımız işi dünyaya karşı takındığımız tavrın içine yerleştirirsek, her zaman kendini taze ve genç tutan yaratıcı insanlar oluruz ve sürekli kendimizi yenileriz. "İş benim yaşama biçimimdir," deyip, bu formülün arkasına saklanıp kendimizi kısırlaştırmaktan korkmalıyız. Madem ki günümüzde artık 'yetenek ekonomisi'nden söz ediyoruz, tekrar etmekte yarar var: Yetenek dediğimiz şey, insanın içinde, bilinçaltında bir cevher, bir değerdir. Bir şekilde onun da yönetilmesi gerekiyor. Yeteneğini de ister sanatta ister iş hayatında tıpkı bir markayı yönetir gibi yönetmek, iyi tanımak, dünyadaki gelişmelerden nasıl etkilendiğini bilmek, onunla iyi ilişki kurmak, aklı başında yöntemlerle sunmak zorundasınız. Yetenek, yönetilmesi gereken bir değerdir.
Yayın tarihi: 30 Haziran 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/30/ct/poyrazoglu.html
Tüm hakları saklıdır.