Tiyatrocu olmaya çok ufakken karar verdim. Çok eğlendiriyordu beni oynamak. Baktım izleyenler de eğleniyor, "Ben tiyatrocu olacağım," dedim. Evdekiler hemen onayladı. "Çocuk işte. Aklı başına gelince doğru dürüst bir iş tutar," diye düşünmüşlerdi herhalde... O zamanlar en yakın arkadaşlarım, köpeklerim Cin'le Can'dı. Anlayışlı, dost, sadık, sevgi dolu iki kaniş. Can, Cin'in oğluydu. Öteki kardeşlerini dağıtmıştık; çok üzülmüştüm. Ben nereye, Cin'le Can oraya... Deniz kenarında bir kasabada yaşamanın bütün nimetlerinden faydalanırdık. Yüzmeye, gezmeye, futbol oynamaya birlikte giderdik. Can, benim oynadığım takımı tutardı hep... Nedense Cin, karşı takıma destek verirdi. Ben bahçede otların üstüne yatıp resimli roman okurken, sayfaları çevirmemi beklerlerdi başucumda. Ben ne okuyorum, diye dikkatle incelerlerdi. Her sayfa çevirişimde birer kere havlarlardı. Geceleri bıldırcın avına çıkardık; elimizde lüks lambalarıyla... Bıldırcınları korurlardı. Havlayıp kaçırırlardı onları, tuzağımıza düşmesinler diye... Mahalle kavgalarına birlikte giderdik. Biz yukarı mahallenin çocuklarıyla hırlaşırken onlar da kenarda durup havlardı. Kavgaya katılmazlardı. Tezahürat yapıp eğlenirlerdi. Erik zamanı erik çalma, kiraz zamanı bahçeleri yağmalama operasyonlarına katılırlardı. Gözcülük yaparlardı. Bahçe sahibi gelecek olursa ya da köpekleri salarsa bizi uyarırlardı; tabanları yağlardık. Vııınnn... Cin'le Can da peşimizden... İlk Fransızca kitabım, lüks baskılı bir
Tenten'di. Kapağında
Tenten, Kaptan ve
Tenten'in köpeği Fındık... Cin'le Can, en çok o kitabı okumamı isterdi. Kitaplarımı bir eski bavulun içinde saklardım. Bir bavul kitap ve iki kukla. Hazinem bavuldaydı. Akrabalara gece yatısına gidildiğinde ya da büyük kentlere yolculuğa çıkılırken ben götürülmezdim. İki köpek, bir bavul kitap ve iki kuklayla gitmekte ısrar eden çatlak çocuk, büyüklerin dünyasında bunalmaktan yırtardı. Boşuna dememişler, "Kitaplar, insanı özgürleştirir," diye. Kitaplar, evde tek başıma keyif çatma özgürlüğünü sağlamıştı bana! Bavulumu almadan gitmeyeceğimi, köpeklerimi bırakmayacağımı bilirlerdi. Can, kapağı rengârenk
Tenten cildinin yanında yatardı hep. Sanırım
Tenten'in kapaktan gözlerini ona dikmiş havlayan köpeği Fındık'a âşık olmuştu. Ciddi ve düzeyli bir ilişkileri oldu! Akşamları bavul, tiyatroya dönüşürdü. İçinden kuklalar çıkar ve bir aktör, yani ben, bendeniz kulunuz köleniz, kuklalarla birlikte oyunlar sergilerdi. Sekiz perdelik acıklı güldürüler. Evdekiler, bu her gün sergilenen sanat ziyafetlerinden tüymeye çalışırlardı. "Aaa biz o oyunu gördük," demesinler diye, her gün başka hikâyeler anlatır, oyunlar kurardım. Yine de tüyerlerdi çoğu zaman. Ama iki sadık seyircim hep oradaydı: Cin ve Can. Bavuldan sahne kuruldu mu anlarlardı oyunun başlayacağını. Gelir sahnenin önünde yerlerini alırlardı. Ben de
Tenten cildini açıp, kapaktaki
Tenten'in, Kaptan'ın ve Fındık'ın yüzleri sahneye bakacak şekilde yanlarına dikerdim. Salon komple dolu... Seyirci sıkıntısı yok. Cin, Can,
Tenten, Kaptan, Fındık... Sadık seyircilerim... (Ali Poyrazoğlu'nun Merkez Kitaplar'dan çıkan son çalışması
İçimdeki Timsah'tan...)
Yayın tarihi: 16 Haziran 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/16/ct/haber,8B86BBAB2B5A4E46A39CAF90B7362F5E.html
Tüm hakları saklıdır.