Kimdir, neyin nesidir bu
'gazeteci' denilen yazar çizer tayfası? Haklarında her zaman iyi şeyler söylenmez. Hoş onlar da her zaman, herkes için iyi şeyler yazmazlar. İşimizle, eşimizle, aşkımızla, aşımızla uğraşırken, dünyaya bakan gözümüz, kulağımız olmak isterler; kimi yazar, kimi çizer, kimi fotoğraflar, kimi yorumlar. Çalışma saatleri farklı, alışkanlıkları farklı, etikleri farklıdır.
"Nedir bu iş?" diye sorarsanız,
"Bir yaşama biçimidir!" derim. Sabahtan akşama, dünden bugüne bir takım oyunu. Okuyuculara nasıl bir dünyada ayakta durduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini açıklamaya çalışan, kamuoyunda siyasal ve toplumsal düşüncelerin somutlaşmasını isteyen bir yazar çizerler ordusu.
'Gazeteci' denilen sayın bay ve bayanların bir kısmı okulludur, bir kısmı alaylıdır; ama hepsi kendi kurumlarına, dünya görüşlerine, herkese ve her şeye muhaliftir. Çünkü doğruyu görmek, yeni boyutlar aramak yapıcı bir muhalefet içinde olmayı gerektirir. Arada bir coşar, sever, terk edilir, parasız kalır ya da çok paradan şımarırlar. Hastalanan çocuklarına üzülür, ev sahibi, bakkal, manavla boğuşur, ölen meslektaşlarının ardından insanın içini buran yazılar yazarlar. Akraba gibiyizdir onlarla. Ailemizin bir parçası haline gelmişlerdir. Her sabah, evin içine dalarlar, teklifsizdirler. Kimi yatak odasına girer, kimi mutfağa dalar. Bazen gelip banyoda bizimle birlikte otururlar. Anlayacağınız 'neyi kaldırırsanız altından çıkarlar.' Haberci takımının yüzünü pek tanımayız, gazetenin savaş alanındaki erleridir onlar. Haber peşinde koşarlar, politikacıların yavan muhabbetlerine kibarca katlanırlar, psikopatların saldırılarına uğrarlar. Yükün ağır kısmı onların omuzlarındadır. Ülkede ve dünyada neler olup bittiğini, bize onlar bildirir.
Bir de köşe yazarları takımı vardır. Onlar da yıllarca sürecek ağır bir maratona soyunmuşlardır. Ülke ve dünya meselelerini yorumlamak, olan biteni yazar süzgecinden geçirmek, güne ayaklarımızı sağlam basmamız, dünü ıskalamamız, yarını berrak görebilmemiz için sayfaların başköşelerine yerleşmişlerdir. Zor zanaattır soyundukları. Bir de kendi hayatları vardır önlerinde, yaşanacak. Kısacası onlar, yaşamın ve yaşamımızın içinden geçerken yaşam da onların içinden geçer. Günümüzde muhteşem bir gösteriye dönüştü gazetecilik. Medya plazaları, uçsuz bucaksız matbaaları, dağıtım teşkilatları, lüks büroları, uçakları, helikopterleri, TV istasyonları, star gazetecileri, star yorumcuları, birbirine yerli yersiz çıkışan, kavgaya tutuşan köşe yazarları, spor, magazin, ekonomi, sanat sayfaları...
Her sabah evimizin kapısında farklı bir "Merhaba"yla beliren, bu kâğıt üzerine dizilmiş, Broadway gösterilerini aratmayan şovdan ne kalıyor geriye peki? Hepsi iyi hoş da bu adamların derdi ne? Hani insanın aklına
"Niye biz de kendi gazetemizi çıkarmıyoruz arkadaş?" hınzırlığı takılmıyor değil. Yorum yapmak, dünya meseleleri üstüne düşünmek, aydınlanmaya ve aydınlatmaya çalışmak, yalnızca bu bayların ve bayanların işi mi? Sizin eliniz armut mu topluyor? Okumanız, yazmanız, kimseye söylemek istediğiniz bir çift lafınız yok mu? Avrupa'da Nazi işgalleri sırasında ilginç bir gazetecilik biçimi doğdu. Samizdatlar (Öz Yayın) resmi basında yer almayan haberleri yayma işlevini görmekteydi. ABD ve Avrupa ülkelerinde özellikle gençliğin toplumsal hoşnutsuzluklarını yansıtan
'alternatif basın' akımıyla yeni yeraltı gazeteleri ortaya çıktı. Dünyada bütün bunlar olup biterken, siz niye düşündüklerinizi yazarak çizerek açıklamayacakmışsınız? Bana sorarsanız, hepimiz gazeteciler gibi yaşamı, sistemi sürekli sorgulamalı, değiştirmeye, yeniden şekillendirmeye çalışmalıyız. Gazetelerin asıl işi haber vermektir. Bize dünyada neler olup bittiğini iletirler. Peki, size sizden haber var mı? Oturup yazarsanız, kendinize kendinizden haber vermiş olursunuz. Belki de kaç zamandır,
"Size sizden haber yok!" Meraka kapılmışsınızdır,
"Neredeyim?" diye. Karakollara falan gitmeye kalkmayın.
"Ben kayboldum polis bey, kendimden haber alamıyorum, kendimi bütün aramalara rağmen bulamıyorum," diyecekseniz, vazgeçin. Dünya işleri hakkında neler düşündüğünü sorgulama, kâğıt üstüne dökme, nasıl bir yarın istediğinize dair görüş bildirme hakkınızı kullanın. Önce kendinize yazın, kendiniz için yazın, kendinize kendinizden haber verin. Kendinize kendinizden haber verin ki, nerede olduğunuzu bilsin. İsterseniz işi daha organize bir hale de getirebilirsiniz. Evde bir gazete çıkarın. Kim ne istiyorsa, ne düşünüyorsa yazsın. Kim kimi nasıl görüyorsa ya da nelerden haber vermek istiyorsa yazsın, daktiloyla, kalemle, bilgisayarla... Keyfinize kalmış. İsterseniz iyice coşup, apartman, mahalle, semt gazeteleri çıkarmaya başlayın.
Bireyler arası iletişim kanallarının kapanması, onulmaz, dayanılmaz yalnızlık, modern sanayi toplumunun bize attığı en büyük kazıktır. Evet, bugün sizin için gündem ne? En önemli konu ne? Ne yazıp çizeceksiniz? En azından kendiniz okursunuz. Yok ille de başkaları da okusun diyorsanız, pazarlayacaksınız. Nasıl mı? Bilmem, en büyük gazetelerin bile pazarlama sorunu var. İyi bir yöntem bulursanız, bize de haber verin.
Olan bitene ilgimizi sağlayıp, yalnızlığımızı azaltmaya yarar gazete okumak. Gazeteciler, bugünün işini dünden bitirir, yarına bakar. Siz de bugüne bir gün önceden bakmak, yaşamınızın gündemini belirlemek, kendinize kendinizden haber vermek istiyorsanız hemen yazmaya başlayın. Yepyeni ve çok keyifli bir uğraşın içinde bulacaksınız kendinizi ve her doğan güne,
"Bugün benim gündemimde neler var, en önemli konu ne?" diye başlayacaksınız ve hemen bir manşet atmanız gerekecek. Şimdi biraz durun, soluklanın, düşünün ve cevap verin bana.
"Bugünkü manşetiniz ne?"
Yayın tarihi: 14 Nisan 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/14/ct/haber,8BA7A291519D420A85B18E417EC33461.html
Tüm hakları saklıdır.