Brüksel'de dün istatistik ve mali kontrol fasıllarında da görüşmelerin başlamasıyla, AB'ye üyelik sürecinde açılan başlık sayısı 4'e çıktı. Ancak gerek Türk, gerekse Avrupa kamuoyunun ilgisi açılan iki başlıktan çok Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin engellemesi nedeniyle açılamayan "Ekonomik ve parasal politika" faslında yoğunlaştı.
Sarkozy'nin gerekçesi malum: "Ekonomik ve parasal politikalar başlığını açmak sürecin sonunda Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın AB merkez bankaları sistemine dahil olması anlamına gelir. Bir ülke avro bölgesine katıldıktan sonra AB'ye tam üyeliğini reddetmek imkansızlaşır."
Sarkozy'nin yaklaşımı kimilerine göre,
"Müzakerelerin frenlenmesi" anlamına geliyor, kimilerine göre ise
"AB treninin makas değiştirmesi..." Hatta
"Tren çoktan raydan çıktı ama kimse söylemeye cesaret edemiyor" yorumu yapanlar bile var.
Ankara Anlaşması Biz bu değerlendirmelere katılmıyoruz. Çünkü hukuki ve ekonomik bir dizi gerçeğe ve gerekçeye güveniyoruz.
İlk gerekçemiz, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin dayandığı hukuki zemin olan 1963 tarihli Ankara Anlaşması. AB'nin adının AET olduğu ve sadece 6 üyeden meydana geldiği dönemde imzalanan
anlaşmanın 28'inci maddesinde "Ortaklığın nihai hedefi Türkiye'nin üyeliğidir" deniliyor. Bu belge AB müktesebatının bir parçasını oluşturuyor. Geçmiş yıllarda Türkiye'ye imtiyazlı ortaklık verilmesi önerileri de zaten bu nedenle, yani Türkiye-AB Anlaşması'na aykırı olacağı, dolayısıyla AB müktesebatının bir parçasının inkar edilmesi anlamına geleceği için reddedildi. Bu ret kararları da hem AB Konseyi (liderler zirvesi), hem AB Komisyonu, hem AB Parlamentosu tutanaklarına geçti.
İkinci ve daha önemli bir gerekçemiz var: Gümrük Birliği. Türkiye, AB'ye üye olmadan Gümrük Birliği'ne katılan ilk ve tek aday ülke.
1996'da yürürlüğe giren AB-Türkiye Gümrük Birliği, yine Ankara Anlaşması'nın 5'inci maddesine göre, "Entegrasyonun son dönemine geçiş" anlamına geliyor. Bir başka deyişle, daha sonraki aşamanın tam üyelik olduğunu vurgulanıyor.
Zaten AB belgelerinde de "Ortak gümrük politikaları ve gümrük birliğinin aday ülkeyi üyeliğe hazırlamayı amaçladığı" önemle belirtiliyor.
Gümrük Birliği yalnızca malların serbest dolaşımı, yani karşılıklı olarak gümrük duvarlarının kaldırılmasıyla sınırlı değil. Ayrıca Türkiye'nin AB'nin ortak ticaret politikalarına uyumunu, mevzuatının AB müktesebatıyla bütünleşmesini de öngörüyor. Tüm bu amaçlara ulaşıldı. Şimdi Gümrük Birliği'nin diğer hedefleri olan sıra kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımına geldi.
Dört temel özgürlük Sarkozy'nin açılmasını engellediği "Ekonomik ve parasal politikalar" başlığı ise süreç sonunda Türkiye'nin AB'nin ekonomik ve parasal birliğine katılmasını öngörüyor. Bu da öncelikle malların serbest dolaşımına ek olarak kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin de serbest dolaşımının sağlanmasını gerektiriyor. Daha sonra sıra tek para kullanımına, yani Türkiye'nin avroya geçmesine ve Avrupa Merkez Bankası'na katılmasına gelecek. Böylece Türkiye ile AB arasında ekonomik ve parasal entegrasyon tamamlanacak. Yani Gümrük Birliği ile ekonomik ve parasal politikalar içiçe geçmiş durumda.
Sonuç olarak,
AB'nin "Gümrük Birliği'ne evet, Ekonomik ve Parasal Birliğe hayır" demesi mümkün değil. Çünkü Gümrük Birliği, yukarda da belirttiğimiz gibi aslında AB'de "4 temel özgürlük" diye tanımlanan malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımına dayanıyor. Ve bu 4 temel özgürlük tam da AB'nin ekonomik ve parasal politikalarının, dolayısıyla da Ekonomik ve Parasal Birliğin temelini oluşturuyor. Kısacası, Türkiye'nin bir ayağı zaten Ekonomik ve Parasal Birlik içinde.
Sarkozy nasıl olsa bir gün bu gerçeği görecek. Görmemekte direnirse, o zaman Türkiye'nin "Ekonomik ve Parasal Birlik yoksa Gümrük Birliği de yok" deme hakkı doğar. AB böyle bir resti göze alabilir mi? Hiç ama hiç sanmıyoruz.
Yayın tarihi: 27 Haziran 2007, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/27//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.